Bu Blogda Ara

25 Temmuz 2010 Pazar

Emek, Emekçi ve Komünizm

Bir yazımla daha karşınızdayım sevgili götçüler. Hepinizi imansız anarşikler yapmak için çabalarım devam ediyor...

Yapılan her iş emektir aslında. Örneğin merdiven çıkmak. Fakat ekonomi dilinde, emek üretilen değer olarak geçtiğinden ben de emeği öyle alacağım. Emek, işçinin efor sarfederek ürettiği metanın ismidir. İster tarlada ister fabrikada yapılsın bu üretim...

Emekçi+Sermaye=Üretim formülüne göre biri olmadan diğeri olmamaktadır. Yani iş verenlerin sermaye koyduğumuza şükredin o sayede karnınızı doyuruyorsunuz demesi, emekçinin biz çalışmazsak bir bok yapamazsınız demesi kadar saçmadır. Peki sermayenin amacı ve bu amaca ulaşmak için yaptığı nedir?

Sermayenin amacı mümkün olduğunca fazla para kazanmaktır ve bu amaca ulaşmak için sendikalaşmayı kabul etmez, işçileri ucuz ve çok çalıştırmak ister. Sermayenin kazandığı para, devleti kontrol etmesine ve kişisel zevkler için (örneğin 2. villasının yanına 3. havuz) kullanılmaktadır.

Emekçi ne ister peki?

Emekçi de mümkün olduğunca parayı olabilecek en az süre çalışarak kazanmak ister. Peki emekçi ve sermaye arasında bu kadar büyük bir çekişme varken niye bu şekilde devam ediyorlar?

Devam etmek zorundalar çünkü başka çareleri yok. İşten ayrılıp yeni bir iş bulmaya çalışsa yeni patronu da eskisinden farkı olmayacak. Ya grev? Şanlı grevlerin zamanı İkinci Dünya Savaşı'yla bitti. Bundan sonra yapılacak grevlerde büyük bir başarı sağlanması imkansız gibidir.

Komünizm'i düşünelim... Diyelim ki işverenlerin mallarına devlet el koydu ve kendisi işletmeye başladı. Temel işlem değişmiyor (Emekçi+Sermaye=Üretim) ama sermayenin kullanılışı değişiyor.

Burjuvazinin boşa harcadığı kaynaklar devletin elinde bir güç olacaktır çünkü devlet kendi kendini satın alamaz ve kişisel lüks hakkı yoktur. Devlet üretim araçlarını kendi sağlayıp ortaya çıkan üretimi(bu bahsettiğim üretim temel maddeler yiyecek, su, elektrik) eşit dağıtırsa bir çok sorun kendiliğinden çözülür. Oluşan üretim artığı da diğer ülkelere satılacak ve bu şekilde devlet kalkınmak için kapitalizmden daha fazla kaynak sağlayabilecektir kendine.

Evet, komünizm önünde bir çok engel var ama (eğitim en önemlisi) insanlar umutlu olduğu sürece her zaman bir şans vardır.


Yaşasın eşitlik!

Atatürk İle Putin Arasındaki Benzerlikler

Sevgili piçler, en son yazdığım gibi bu yazı da uzun süredir aklımda. Atatürk'ü putlaştırmış bir götverenseniz, yazıyı okumaya ne diyor bu siktiğimin götleği diye başladysanız alt+f4 kombinasyonunu kullanın.

Okulda hepimize kafamıza iyice işleyene kadar Birinci Dünya Savaşı sonrası sikik durumumuzu anlattılar. Götün yiyorsa bunları unut dedikten sonra diplomamızı elimize verip postaladılar. Ben yine de özetleyeyim. Ordusuz kalan, başkenti fiili işgal altıında olan bir devlet... Elinde kalan tek topraklar unutulmuş Anadolu... Köylüsünün karnını doyuramadığı, evlatlarını savaşta kaybetmiş ve tarihin yüzlerce yıl gerisinden gelen Anadolu... Bir lider... Yıllarca her cephede savaşmış, devletinin yardımına koşmuş ve sonunda yapmayı düşündükleri için devleti tarafından tutuklama kararı çıkarılmış bir lider.

Tarih dersini burada kesip biraz da Rusya'nın 1990lardaki durumuna bakalım.

1930ların Alman Markı kadar değersizleşmiş (o kadar değil de kıyaslayacak birşey bulamadım) ruble, hayvani enflasyon, milli gururu Amerikan doları tarafından St. Petersburg'un arka sokaklarında tecavüze uğramış bir millet, topraklarının zenginliğini değerlendiremeyen, değerlendirilen kısmı ise milleti ve dini olmayan büyük şirketler ve emperyalist devletler elinde olan bir ülke. Yıllarca istihbarat örgütü KGB'de çalışmış, zekası, kararları ve kuvvetiyle yükselmiş bir lider...

Özetleme kısmının amına koyduktan sonra şimdi benzerliklerini açıklayayım.

1: Yıllarca devletin siyaset dışı kurumlarında çalışıp yükselmeyi ve göze çarpmayı başarmak.
2: Zeka
3: Riskli durumlarda karar alma becerileri.(Putin'in Çeçenistan saldırısı, Atatürk için İstanbul'a gitme ya da gitmeme kararı)
4: Hem eski rejimde hem yeni rejimde bulunmak.
5: Zaman zaman kırılan milli gururu tamir etme amaçlı milliyetçi ve aşırı milliyetçi söylemler.
6: Liderliklerinin bitmesinden sonra "veliaht"larının yönetime geçmesi.
7: Eski hükümetlerinin dış politikada pasif bir tutum sergilemesine rağmen agresif dış politikalar.(Çizmelerimi giydirmesinler bana!)
8: Devletleştirme politikaları.


Sovyet rejiminin ve Osmanlı İmparatorluğu'nun çöküşü iki büyük deha yaratmıştır. Ulusları kurtarabilecek bir deha...

21 Temmuz 2010 Çarşamba

Bir Uyuşturucu Olarak Ana Haber Bültenleri

Aklımda taslak olarak duran yazılardan biriydi bu da. Dedim ulan bu sıcak yaz gününde bir bok yediğim yok, sitede uzun zamandır siyasi tartışma da çıkmamış. Bari bir boka yarayayım.

Haberleri televizyondan takip eden bir herif değilim, genellikle Cumhuriyet ve Habertürk'ü okuyarak ve televizyondan takip edeceksem de CNN (Türk değil), BBC ve NTV'yi izleyen bir adamım ama saat 7 ve 8 arası zap yapıyorsam önüme SHOW, Kanal D, Kanal 7 gibi kanalların haberleri gelince sinir katsayım yükseliyor.

Bu orospu çocuklarının yayın anlayışı, göz ardı edemeyecekleri kadar büyük bir haber varsa onu 1 dakikalık bir süreyle göstermek, geri kalan sürede Allah diyen aslan, 9 çocuklu ailenin dramı, 90'ındaki kadın yediz doğurdu tarzı çöplükler yayınlamak. Bu pezevenkler gösterdikleri ciddi haberleri bile o kadar yavşak, o kadar duygu sömürüsü yapan bir hale getirir ki o haberden bir sik anlaşılmaz. Rusya, Gürcistan'a mı dalmış, vay amına koyayım, şimdi savaşın ortasında kalan Tatyana bebeğin hazin öyküsü. Tatyana bebek 4 çocuklu bir ailenin en küçük kızıydı. Büyüyünce aç kalacak, para bulmak için Türkiye'de orospuluk yapacaktı...

Ulan yarrağım! Sen bu kadar ciddi bir haberi nasıl böyle yayınlıyorsun lan. Dünyanın en büyük ikinci devleti, bizim sınırımızdaki bir ülkeye girmiş, dünyanın da en büyük devleti filolarını, bizim boğazlarımızdan geçirmiş... Böyle mi anlatılır orospu çocuğu! Her gün haberleri verirken, bir önceki günün aynı cümleleriyle olayı anlatmak nedir peki? Hadi onu geçtim... Ulan hiç mi yeni fotoğraf bulamadınız da aynı fotoları koyuyorsunuz savaşın her günü amına koduklarım!

Hadi o dış haber diyelim... Normal bir vatandaşa pek giren çıkan olmaz? Peki ya zam haberleri? Ete anasının amı gibi zam gelmiş. Et yemek her babayiğidin harcı olmayacakmış artık. Gayet önemli ve her vatandaşı ilgilendiren bir durum. Bu orospu çocukları ne yapıyorlar? Tonton bir teyze ve alışveriş merkezi bulup, teyzeye umutlu laflar söyletiyorlar. Bu mudur lan?! Teyzecim kusura bakma ama ya uyuşturucu bağımlısısın, ya deli, ya da anasının amı gibi para verdiler öyle konuşman için.

Ciddi denilebilecek haberlerin süresi tutsa tutsa 10 dakikadır. Ulan bu haberler 1 saat sürüyor amına koyayım, geri kalan 50 dakikası kanalın en çok reytingli şovunun bir sonraki bölümünde neler olacağına, ünlü yıldızın selülitlerine vs. vs. ayrılıyor. Ulan hepinizin magazin programı var zaten. Cumartesi pazar, fakir halkın gıpta etmesini sağlayıp, onları hayal alemine sürüklüyorsunuz zaten amına koyayım... Daha ne uğraşıyorsunuz? Magazin de bir yarım saat yiyor.

Geriye kalan da ilk başta söylediğim gibi, arkada acıklı bir fon müziğiyle, 9 çocuklu ailenin dramı tarzında haberler ya da beyaz balinanın 3 metrelik yarrağı oluyor.

Bunları haber diye oturup izleyenin de, bu tarz programları yapan siktiğimin haber kanallarının da amına koyayım. Halk haberleri televizyondan alırsa, televizyonda da 1 saatlik haber yerine 1 saatlik şaklabanlık olursa tabii bu ülkede muhalefet olmaz amına koyayım. Ne olmasını bekliyordunuz?

Sözde Özgürlüğün Esir İnsanları - III

Yürümeye devam ettiler. Özgür söyleyecek birşey bulamıyordu. Ağır ağır yürürken ıssız sokaklarda, sessizlik elle tutulacak kadar ağır bir hale gelmişti. Göz ucuyla baktı kıza... Bu sessizlik onu hiç etkilemiyormuş gibi gözüküyordu. Kimsin sen diye düşündü ve neden yanımdasın diye. Rıhtım'a yaklaşmışlardı. Denizin kokusu ciğerlerini dolduruyordu, sokak lambaları cesaretini biraz daha toplamasına yardımcı oldu ve sordu... Neden? Sigarasından bir nefes alarak, sorar gözlerle baktı kız. Neden yanımdasın diye sordu Özgür, neden koluma girdin ve kimsin diye devam etti. Kendime göre sebeplerim var oldu aldığı tek karşılık ve yürümeye devam ettiler. Özgür'ün tekrardan birşey söylemeye niyeti olsa da tek bir bakışıyla bunu bitirmişti o.

Minibüslere yaklaştılar. Numaramı kaydet, dedi kız Özgür'e. Peki ya ne diye kaydedeyim oldu cevabı. Hiç bir cevap alamamak boğazına yapışmış iki el gibiydi. Ne kadar uğraşsa da kurtulamıyordu. Sen bilirsin dedi, istersen bardaki orospu, kızıl saçlı manita ya da Ahmet abi yazabilirsin. Bana ait olduğunu hatırla yeter. Bu cevabın üstüne Özgür'ün yapabileceği hiç birşey yoktu. Parmakları yavaşça tuşlara doğru gitti ve kızıl saçlı hatun yazdı. Kendisi de ona numarasını verdikten sonra, kız aniden kolunu çekip minibüse bindi... Özgür'e bakmamıştı bile.

Yürüdü tek başına. Nereye gittiğini, ne yapacağını bilemiyordu. Neden sorusu asılı kalmıştı havada. Her taraftan onu kuşatıyor, avcı uçakları gibi o daha yakalayamadan üstüne ateş edip kaçıyordu. Neden?

Başını kaldırdığında, bir barın kapısında olduğunu gördü. Uyurgezermiş gibi girdi kapıdan. Mahmur gözleriyle boş bir masa arıyordu. Oturdu. Suratında yavşak bir bakış olan garsona Johnnie Walker Black diye seslendi. Niye böyle birşey yaptığını bilmiyordu. Şişe mi bardak mı diye sordu garson. Ağzındaki sakızı şişirirken. Şişe dedi. Boş gözlerle.

____________

Devamı gelir de ne zaman belli değil.

Yazıda emeği geçenler:
25 Haziran İstanbul Yağmuru

25 Mart 2010 Perşembe

Sözde Özgürlüğün Esir İnsanları - II

Sorular aklında uçuşuyordu Özgür'ün. Neden bekleyeyim, sen kimsin, niye peşimden geldin... Hiç birini söyleyemedi. Kısık bir sesle tamam demeyi başarabildi ancak. Köpeklerin kızgın havlamaları sessizliği bozarken ikisi de birşey söylemeden duruyorlardı. Birbirine kenetlenmiş gözleri bir iletişim kurmaya çalışıyordu sanki. Birbiri içinde kaybolan yeşil ve siyah... Birşeyler söylemeye çalışmalarını engelleyen gözler. Havada yoğunlaşmış bir şekilde hissedilen sessizliği, o bozdu. "Sigaran var mı?". Özgür nezaketle sigara uzatırken, bu muydu diyordu içinden. Fakat kendisi de sadece bununla bitmeyeceğini hissediyordu.

Zippo'yu uzattı. Kız hızlıca sigarasını yaktı ve çakmağı cebine koydu. Kırmızı rujla boyanmış dudaklarının arasından dumanı yavaşça üflerken Özgür'e Rıhtım'a kadar beraber gitmek isteyip istemediğini sordu. Özgür reddetmedi. Zaten reddedemezdi, sorudan çok emire benzeyen bu ses tonuna karşı çıkamazdı. Nasıl onun söylediklerine karşı çıkamıyorduysa koluna girmesine de karşı çıkamadı. Birbirine temas eden kollardan yayılan sıcaklık gittikçe artıyor, Özgür için yakıcı bir boyuta ulaşıyordu. Yine de çekmedi kolunu...

Gecenin geç saatlerinde kolkola sessizce yürüyen iki insan. Birbirlerinden o kadar farklılar ki... Fırtınalı okyanuslarla, korumalı bir liman gibi. Ya da ateşle su gibi. Yanında yürüyen kızın rahat ve umursamaz tavırlarına karşın o ne yapacağını bilemez bir haldeydi. Kendisini gittikçe ezmeye başlayan sessizlikten kurtulma çabası olarak adını sordu kıza. Aldığı cevap, altında gizli bir öfkeyle, gerektiği zaman öğrenirsin oldu. Hayatı kurallarına göre oynamaya çalışan birinin yapacağı gibi bu cevabı sineye çekmedi...

Yıllardır kullanmadığı küfürler bir sel gibi ağzından boşalıyor fakat kızın umursamazlıkla inşa ettiği duvarda en ufak bir hasar bırakmadan geri dönüyordu. Kolunu çekti. İlk hissettiği soğuk oldu. İlk başta kendisini rahatsız eden kolun sıcaklığı ve yakıcılığına ihtiyaç duyuyordu. Bir daha o ateşi hissedememek korkusuyla özür dileyecekken, kırmızı dudakların hafifçe kıvrıldığını gördü. Bu onu sakinleştirmek yerine öfkesini arttırdı. Yerinde duramıyor bir aşağı bir yukarı yürüyerek sövgülerine devam ediyordu. Kız ise bir sokak lambasına yaslanmış, onu gülerek seyrediyordu. Evet, evet ben bir orospuyum, bir sürtüğüm, her gece başka bir erkekle yatıyorum, dedi, alay ederek ve Özgür'e yaklaşarak tekrardan koluna girdi.

Bu sarsılmaz ve güçlü ruhu etkilemesi mümkün değildi onun. O ki gardiyanlarına teslim olmuş, hatta savaşmamış bile. Duruşundan kıyafetine kadar teslimiyet okunuyordu kendisinde. Yanındaki kızın tam tersine...

____________

Devamı yakında gelecek. Umarım...

13 Mart 2010 Cumartesi

Sözde Özgürlüğün Esir İnsanları - I

Kadıköy'den Bostancıya masmavi bir göğün altında masmavi bir deniz. Kargaşanın dinginlik, özgürlüğün zincire vurulmak olduğu bir kent. Beton ormanlar içinde her biri farklı fakat farklı oldukları kadar da aynı olan insanlar... Bir kavga olan hayatın içinde neden savaştıklarını bilmeyen, sürekli hareket eden, durup da güneşin batışını seyredemeyen insanlar. Bu hikaye onlardan birine adandı...

Özgür de o insanlardan biriydi. Askerliğin ve sınavların öldürdüğü çocukluk hayalleri bilinçaltının hapisanesinde kilitli. Temiz tıraşlı, takım elbiseli, siyah çantalı -aslında hiç kullanmadığı-, yaşamı mekanikleşmiş insanların sadece biri. Kendi önyargılarından ibaret olan gardiyanları eli gevşese onu cezalandıracakmış gibi sıkı sıkı yapışmış çantasına ve güneş yeni yeni aydınlatırken damları, düşmüş yola birçok benzeri gibi. Kafasını kaldırıp da güneşe selam durmadan.

Günlerden çarşambaydı. Her çarşamba yaptığı gibi tenha bir barda arkadaşlarıyla üç bardak bira içecek ve her zamanki konulardan konuşacaklardı. Saat altıda işyerinden çıktıktan sonra ara sokaklardan geçerek boğaya vardı. Çevresindeki insanların aynı kalıptan çıkmış gibi gülümsediğinden habersizdi. Cebinden bir sigara çıkardı ve yaktı. Ağır duman ciğerlerine yavaşça indi. Ergenlik çağında hayata bir başkaldırı olarak içmeye başladığı sigara bu otuzuna yakın insanın elinde bir beyaz bayrak gibi duruyordu. Birbirine benzer insan kalabalığının arasından arkadaşlarını buldu. Her çarşamba olduğu gibi sağ elini arkadaşlarının onu görmesi için kaldırdı ve arkadaşları da onu görünce her çarşamba yaptıkları gibi gülümsediler. Bir akış halinde olan hayat denilen nehirin önündeki barajın arkasındaydı onlar. Kıyıya vurma ihtimalleri olmasa da akıntıyı arkalarına alarak yüzme ihtimalleri de yoktu. Muhabbet edip şakalaşarak Burger King'e vardılar. Ne martıların çığlıkları ne de güneşin kızıllığı onları etkilemişti. Ne de oturmuş gitar çalan iki genç. Kasiyer kızın yeni sosumuzu denemek ister misiniz sorusuna evet dediler ve yemeklerini alarak masaya oturdular. Masadan kahkahalar yükseliyordu... İçinde deneyimli kulakların hemen farkedeceği bir sis perdesiyle... Yemeğin kalitesini övdüler, patronlarından dert yandılar, muhasebe bölümünde yeni işe alınan kızdan söz ettiler. Kapıdan çıkarlarken, aldıkları soslar açılmadan tabakta duruyordu.


Ağır ağır bara doğru yürümeye başladılar. Onları boğadan beri uzaktan izleyen birisi konuşacakları çok şey olduğunu düşünebilirdi. Fakat bu çok büyük bir yanılgı olurdu. Yaklaşık bir yıldır aynı muhabbeti kenarından köşesinden değiştirmekten başka birşey yapmamışlardı ve bu gidişle yapacağa da benzemiyorlardı. Bara girdiklerinde her zamanki gibi kapıda demlenen patronla şakalaştılar. Onlar girdikten yarım saat sonra bar da tamamen dolmuştu. İçilen ilk biranın verdiği rahatlık ve serinlikle muhabbet de koyulaşmıştı. Benzine gelen son zamdan umursamazlıkla söz ederlerken Özgür onlardan koptu. İçeriye biraz önce giren kızıl saçlı, beyaz tenli ve yeşil gözlü kıza bakıyordu. Fakat gördüğü kesinlikle hoşuna gitmemişti. Giydiği deri ceket, dar kot pantolon ve Sex Pistols tişörtüyle, girer girmez garsona umursamaz fakat kesin bir şekilde seslenmesiyle ve masanın üstüne ayaklarını koyup yarı yatar bir pozisyona geçmesiyle, kırmızı rujlu dudaklarının arasından üflediği dumanla varlığı Özgür'ün dünyasına bir hakaretti. İnanılmaz bir tiksinti duyuyordu Özgür. Onbeş dakika sonra kendisinden beklenmeyecek bir şekilde arkadaşlarından özür dileyerek mekandan ayrıldı.

Her biri birbirine bağlanan Kadıköy sokaklarında kendini bilmez bir şekilde yürüdü. Niye kalktığını, niye her an önüne bir tinerci çıkabilecek sokaklarda yürüdüğünü bilmeden... Bir kaç dakika sonra sigarasını yakmak için durduğunda barda gördüğü kızın arkasından geldiğini gördü. Yürümeye devam etti ve adımlarını sıklaştırdı. Belli etmeden arkasına bakmayı denerken kızın tam arkasında olduğunu gördü, dudakları sanki birşey söyleyecekmiş gibi açılmıştı. Neredeyse saatler süren bir bekleyişin ardından nereden geldiği belli olmayan bir sesin inanılmaz saygısız bir tonda bekle dediğini duydu...


_____

Devamı yakında gelecek.

Yazıda emeği geçenler:
70'lerin punk akımı,
Kızıl saç ve deri ceket fantezim,
George Orwell,
Kadıköy'de defalarca gördüğüm o inanılmaz gün batımı,

7 Mart 2010 Pazar

Black Sabbath

Politicians hide themselves away
They only started the war
Why should they go out to fight?
They leave that role to the poor


Black Sabahlar olmasın, Black Sabahat gibi iğrenç esprilerle andığım Black Sabbath, tüm metal türlerinin bugünkü durumuna gelmesini sağladı. 60ların sonunda kurulmuş bir grubun hala bugünkü metal piyasasında verdiği ilhamla, üyelerinin tanrısal bir konuma yükselmiş olmasıyla yakaladığı başarı muhteşem.

Metale Rage Against the Machine, Guns N' Roses tarzı pek de heavy denilemeyecek (gerçi Danzig çatır çatır heavydir ama neyse) gruplarla girmiş olduğumdan efsaneden uzun süre haberdar olmadım. Bir filmde duyduğum (hangisi hatırlamıyorum) Black Sabbath parçası kendine aşık etti. İnterneti aradım taradım ve sonunda parçayı buldum. Bu kadarı yetmez lan dedim ve diğer albümlere saldırdım... Oha lan o neydi. Her biri birer sanat eseri olan muhteşem parçalar...


Elemanlar

Black Sabbath'ın gerçek vokalisti Ozzy'dir. Aksini iddia eden varsa yarrağımı yesin.

Ozzy Osbourne(Vokalist-Metal Tanrısı)
Heavy metal tarihinin en taşşaklı adamlarından biridir. Türkiye'de genellikle civciv ezme, yarasa kafası koparma, balgam içme gibi söylentilerle adı geçse de asıl işi olan vokalistlikten kimse söz etmez. Nasıl bir sesi vardır bu orospu çocuğunun... Her War Pigs dinlediğimde sesi ürpertir beni.
All Aboard diyişine hastayım ulan.

Tony Iommi(Gitarist-Metal Tanrısı)
Ulan nesin sen hayvan herif? İnsan diyesim geliyor, bir insan o soloları döktüremez gitardan... Gezegenini söyle sonra da siktir git dünyadan. Müziğe teknik olarak bakmayıp da sadece kulak olayı olarak anlayan benim için Sabbra Cadabra dünyanın en güzel melodilerine sahip parçasıdır. Dırını nın nın nın, dırını nın nın, dırını nınımım

Geezer Butler(Bassist)
Ulan normalde ben bassa o kadar dikkat eden bir adam değilimdir ama bu herife dikkat etmemek mümkün değil. Hastasıyız...

Bill Ward(Baterist)
Dünyanın en sağlam bateristlerinden biridir. A Bit Of Finger/Sleeping Village/Warning üçlüsünde Jimi Hendrix'i hatırlatan, jazza benzeyen çalışını rahatlıkla görürüz. En azından ben öyle düşündüm. Gerçi Ozzy'nin vokalinin de büyük etkisi var ama...

Albümler

İki üç kere Ozzy'siz dönemi dinlemeye yeltendim. Ama olmuyor be kardeşim...

Black Sabbath:

A politician's job they say is very high
'Cos he has to choose who's got to go and die
They can put a man on the moon quite easy
While people here on earth are dying of old diseases


Black Sabahat'in ilk albümü. İlk albüme göre gayet taşşaklı bir albüm. Her Black Sabbath albümünden beklenebileceği gibi içinde boş parça yok.

Wicked World, politik ayarları verilebilecek en güzel şekilde veren bir parça. Nedense bu parçayı NBA ile özdeşleştirmişim. Niye lan?

The Wizard, başında muhteşem bir şekilde mızıkıyla giren bir parça. Sözlerin altında başka birşey arayınca uyuşturucu satıcısına yazılmış bir şarkı olma ihtimali var.

He turns tears into joy
Everyone's happy when the wizard walks by

Özellikle bu kısmı bana böyle düşündürdü.

A Bit of Finger/Sleeping Village/Warning, başındaki sözlü kısım hariç enstrümantal ve daha önce söylediğim gibi inanılmaz derecede Jimi Hendrix'i akla getiren sağlam bir şarkı.

Paranoid:

Finished with my woman 'cause she couldn't help me with my mind
People think I'm insane because I am frowning all the time
All day long I think of things but nothing seems to satisfy
Think I'll lose my mind if I don't find something to pacify


Gelmiş geçmiş en iyi albüm diyorum ben buna. Metal, Rock, Türkü vs. vs. farketmez. Her şarkısı bir sanat eseri...

Paranoid, baterinin, gitarın, basın ve özellikle de Ozzy'nin vokalinin inanılmaz bir şekilde kullanımıyla oluşmuş bir şaheser. Megadeth coverı da güzeldir.

War Pigs, ebenin amı Ali Sami! Ne yaptınız oğlum siz? Manyak mısınız lan? Böyle güzel bir sözlere sahip bir şarkı aynı zamanda böyle güzel bir müziğe sahip olursa ne bok yiyeceğiz lan biz? Vokale mi bateriye mi gitara mı basa mı hangisine odaklanalım amcık ağızlılar? Özetle, tanrısal bir şarkı. Faith No More coverı da güzeldir.

Planet Caravan, huzurun eş anlamlısı. Nirvana'ya ulaşmak gibi... Pantera bunun coverını orjinalinden iyi yapmıştır.

Iron Man, dünyanın en eğlenceli şarkılarından biri. Hele Planet Caravan'dan sonra girmesi eğlence oranını arttırıyor.

Ulan bu gidişle tüm albümü yazacağım ama zaman yok...

Master of Reality:


Freedom fighters sent out to the sun
Escape from brainwashed minds and pollution
Leave the earth to all it's sin and hate
Find another world where freedom waits

Müzik kalitesi olarak en iyi albümlerden olmasına rağmen sözlerde bir düşüş var.

Sweet Leaf, uyuşturucu için üç kere! Seni seviyoruuuum, seni seviyorrrruuuuuum, seni seviyooruuuuum tarzında bir parça.

Children of the Grave, 23 Nisan şarkıları gibi lan! Sözlere baksana amına koyayım. Ama müziğine hastayım.

So you children of the world, listen to what I say
If you want a better place to live in, spread the words today
Show the world that love is still the life you must embrace
Or you children of today are Children of the Grave, Yeah!

Orchid, Minas Trith'de Denethor olsam, çıkarsam rakımı içsem doyasıya diye düşündüren muhteşem enstrümantal eser.

Into The Void, Ozzy'nin kötücül planlarını gerçekleştirmek için dünyada şeytanla baş başa kalma isteğini açık açık gösterdiği sanat eseri. Ahahaha







Not
Arada Vol 4. de var ama onu pek dinlemediğim için yazamıyorum.






Sabbath Bloody Sabbath:

Feel so happy since I met that girl
When we're making love
It's something out of this world
Feels so good to know that she's all mine
Gonna love that woman till the end of time


Ulan kötü parça yok diyeceğim ama zaten Black Sabbath albümü bu ne bekliyordun ki yarrağım cevabını almam olası.

Sabbra Cadabra, hastasıyım bu şarkının. Ayrıca günün anlam ve önemi sebebiyle daha da değerleniyor.

A National Acrobat, Sabbra Cadabra'nın daha ağır çalınan versiyonu gibi birşey. Metallica bu iki parçayı birleştirip coverlamıştır.

Who Are You, Black Sabbath'ı ilk dinlemeye başladığım günlerde 23 saat dinlediğim bir şarkıydı. Hala da severim.

Ulan kaç saattir yazıyorum hala bitmedi, acele etmem lazım o yüzden diğer parçaların da gayet seksi olduğunu (özellikle Killing Yourself to Live) söylemem lazım.

Sabotage:

i've watched the dogs of war enjoying their feast
i've seen the western world go down in the east


Harika bir grubun (harika ne amına koyayım efsanevi lan!) harika albümü.

Hole In The Sky, kafayı direk headbang moduna sokmak için yapılması gereken şey. Açacaksın sesi, bir bakmışsın kafa kendiliğinden ileri gitmeye başlamış.

Symptom Of The Universe, muhteşem bir girişe sahip lan bu şarkı. Hole In The Sky ile yavaş yavaş sallanmaya başlayan kafa iyice kendinden geçip monitörle kucaklaşıyor.

Meglomania, harika sözler içeriyor ibnetor. Ama sözlerden öte o solo nedir öyle amına koyayım. Ohhşş... 20 sn yetmiyor, tekrar tekrar dinliyorum. Bi de ne güzel fuck me diyor lan -Orospu karılar gibi ağzımı ayırarak gülüyorum-

Technical Ecstasy:


You said you'd always love me, all of my life
And then you said your last goodbye, yeah, goodbye
Why the sudden changes, why all the lies?
I should have seen it in your eyes


Genel Black Sabbath çizgisine göre çok daha yumuşak çok daha sevgi dolu bir albüm bu.

She's Gone, gel de içme amına koyayım. Bu ne lan. Sabah sabah sikti attı moralimi... Kamyoncu siksin seni Ozzy, Iommi'yi de boş geçmesin.

It's Allright, Bill Ward ne güzel It's Allright diyorsun allahsız.

You Won't Change Me

I'm just a man and i am what i am
Nobody will ever change my ways

ohhşş. Iommi-Ozzy ortaklığı yine döktürmüştür. Yine sikip atmıştır morali...

So listen to me now, hear what i say
Please give me time and maybe love

of ki ne offfff.

Never Say Die:

People going nowhere taken for a ride,
Looking for the answers that they know inside,
Searching for a reason looking for a rhyme
Snow white innocent partners in crime!


Ozzy'nin siktiri yediği albüm. Öyle çok göze çarpmaz...

Never Say Die, albüme adını veren parça diyip klişenin amına koyalım. Gayet güzel hoş ve gaz bir parça. Severim, okşarım.

Air Dance, Black Sabbath ismi geçmeseydi içinde daha çok sevebilirdim ben bunu. Sabaha kadar sevişebilirdik. Ama Technical Ecstasy'den bile Black Sabbath olmayan bir parça bu...



Black Sabahat Nedir Ne Değildir?

Black Sabbath, efsanedir. Olympos Dağı'na çıkmaktır. Saatlerce güzel bir hatunla sevişmek, çöp kutuları arasında ot çekip kafayı bulmaktır. Şarkıya odaklanmışken sarsılarak boşalmak, Ozzy'e göt verme planları kurmaktır. Aşık olmaktır Black Sabbath, nefretten kudurmaktır. Black Sabbath heavy metaldir, heavy metal Black Sabbath'dır.

6 Mart 2010 Cumartesi

Kemalist Burjuva Sınıfının İşçi Sınıfından Kopması

Demokrat Parti döneminden beri yeni oluşmaya başlayan orta sınıf, genel olarak sağ eğilimlere sahipti. 70-80 döneminde Amerikan ve Türkiye'nin içindeki Amerikancılarla beraber sağ eğilim ve iktidarı sahiplenme isteği üst sınıfa ve üst sınıfın içindeki Nakşibendi tarikatına geçti. Burjuva sınıfı Kemalizme(Atatürkçü sosyal demokrasi) kayarken, alt sınıf ve zengin sınıfı faşist ve dinci siyasete yöneldi. Alt sınıftan komünist-devrimci çıkışlar yaşansa da iyice Amerikan yardımı almaya başlamış üst sınıf hükümeti ve kaybedecek hiç bir şeyi olmadığının farkında olmayan, sosyalizmi ve Sovyetleri "öcü" olarak görmeye başlamış alt sınıf tarafından şiddet hareketleri sayesinde durduruldu. Kemalist burjuva sınıfı ise yardımlarını sadece siyasal ve minimum düzeyde tuttuğu için sosyalizme eğilimli ya da Kemalist işçi sınıfından koptu. Burjuva sınıfı sayısal olarak güçlü olduğu büyük şehirlerde bile ne mali ne de siyasal olarak alt sınıfa destek veremedi. Tek güçleri olan oy vermek bile 80 darbesi sırasında özgürce yapamadıkları bir şey haline geldi.

İşçi sınıfı ise Nakşibendi tarikatı ve Amerikan propagandasıyla kimliğini kaybetti. Destek göremeyen alt sınıf, her insanda var olan bencillik ve güçlü olanı destekleme dürtüsüyle(ve tabii yoğun din baskısıyla) giderek sağ eğilimli olurken solun tek kalesi Kemalist burjuvalar kaldı. Böylece sol sadece görünüşte olan bir mali ve siyasal güce sahip kalırken işçi sınıfının özgürlükçü ruhunu ve savaş gücünü kaybetti. Giderek daha sağcı politikacılar iş başına gelmeye başladı ve yarı sömürge durumuna düştük. Köy enstitülerinin de Demokrat Parti döneminde kapatılması ve o neslin doğal sebeplerden dolayı kaybolması da bunda bir etkendi. Şu anki durumumuz her türlü manipülasyona açık bir işçi sınıfı, güçsüz bir Kemalist orta sınıf ve Amerikan destekli sağlam temeller üzerinde oturan üst sınıftır.

Bu durumdan kurtulmak için ilk hedef işçi sınıfına mali ve sosyal açıdan burjuva desteği gerekir. Eğitimsiz insanın tek varlığı dini olduğu için dini sömüren siyasal partiler tarafından açık hedef haline gelirler. Küçük fabrika sahipleri ise ideolojiyi ve ideolojinin somut etkilerini(çalışma saatleri, sigorta hakkı, ekstra mesai ödemeleri, resmi bayramlarda çoğu işveren tarafından yok sayılan izin) ilk önce kendi işletmelerinde göstererek daha ilerici bir toplum yaratılmasına yardım edilmelidir. Böylece ülkemiz yarı sömürge, dinin sömürüldüğü bir ülke olmaktan çıkacak gelişen devletler arasına girecektir.

Liberalizm ve Savaş Arasındaki İlişki

İlk olarak bu başlıkta söz ettiğim liberalizm bizim ve bizim gibi ülkelerin devletçilikle liberalizm arasına sıkışmış ekonomi sistemi değil, güçlü devletlerin emperyalist ve liberal ekonomik politikasıdır.

Gelelim konumuza... Liberalizmde fabrikalar devletin değil özel sektöründür. Gelişmiş ülkelerin ekonomik sistemlerinde devlet üretimi destekleyeceğine özel sektör devleti destekler. Para = güç kavramına göre özel sektör devlet yönetiminde söz sahibi olur. Böylece işçi çalıştırırken devletin koyduğu çalışma saatleri, çalışma koşulları yasaları üstesinden gelebilen özel sektör makineleşmenin de etksiyle muazzam bir üretim yaratır. Üretimi tüketecek olanlar sermaye ve emektir. Sermayenin ve emeğin kardan eşit pay aldığını varsayalım. Yani sermayenin eline 1000tl geçiyorsa işçilerin de eline 1000tl geçecektir(gözünüzde canlansın diye böyle rakamlar verdim). İşçi çeşitli sebeplerden (sağlık harcamaları, zorunlu ihtiyaçlar sebebiyle vs.vs) tüm kazandığı parayı harcar. Sermaye ise elindeki paranın tamamını harcamak zorunda kalmayacağı için sahip olduğu parayı yeni üretim olanakları yaratmak için harcar. İşçi parasının hepsini harcasa bile piyasadaki tüm üretimleri alamamaktadır. Yani bir üretim artığı ortaya çıkar. Üretim artığının bir kısmı ticaret yoluyla harcandıktan sonra geriye yine de bir fazlalık kalır. Bu üretim fazlalığı piyasada geçirdiği her günle çürümekte, bozulmakta ve sermayeye kar getirmemektedir.

Gelelim işin savaş kısmına. Belirttiğim gibi var olan bir üretim artığı vardı. Bu artığın harcanması için eski üretimlerin halk tarafından harcanması gerekmektedir. Fakat fazla alım gücüne sahip olmayan halk tasarruf yapar. Bu sebeple sermaye yeni olanaklar arar ve çözümü yurtdışına açılmakta bulur. Devletçi ve kapalı ekonomiler(Irak'ta da devletçi ve kapalı ekonomi vardı) özel sektörün ve yabancı sermayenin ülkesine girmesini hoş karşılamaz. Diğer ülkelerinse liberal ekonomiden kaynaklanan bir üretim artığı vardır. İşte bu sebeplerle sermaye ele geçirdiği devleti de arkasına alarak üretimini akıtacak yeni kaynaklar arar. Savaş üretilen malların en çok harcandığı dönemlerden biri olduğu için ve yıllardan beri para kazanma konusunda ustalaşmış özel sektör üretimin kitabını baştan sona okumuş olduğu için savaş tercih edilir. Bu savaş liberal bir ekonomiye sahip olan bir ülkeyle yapılınca üretim artığı harcanır fakat karşı taraf da artıktan kurtulmuş olur. Para babaları kıskançtır ve sahte milliyetçilik göstermektelerdir. Bu sebeple karşı tarafın kazancının olmamasını isterler. Öyleyse en iyi çözüm bir taşla iki kuş vurmayı sağlayacak devletçi ve kapalı ekonomiye sahip olan bir ülkeye saldırmaktır. Hem de o ülkenin ele geçirilmesiyle beraber o ülkeye de mal satmaya başlanacaktır. Afrika'nın, Çin'in, Hindistan'ın sömürgeleştirilmesinin en önemli sebebi üretim artığıdır. Yakın tarihimizde de bu savaşlar devam etmektedir. Artık insan hakları ve Birleşmiş Milletler olduğu için sömürü açıktan yapılamamaktadır. Devletler artık toprakları ele geçiremese de çeşitli bahaneler bulup savaş açtıkları devletin ekonomisini çökertip yerine liberal bir sistem kurabilmektedirler. Savaştan karlı çıkan her zaman özel sektördür.

Yani liberal ve emperyalist devletler savaşlar sayesinde büyük kar etmektedir. Bunun engellenmesi için devletçi bir sisteme geçilmelidir. Bunun çok zor olduğunu biliyorum ama yeni gelen nesiller bilinçlendikçe daha da gerçekleşebilir duruma gelecektir.

Toplumsal Paranoya

Bildiğiniz gibi okullarda bize öğretilen hep(özellikle milli güvenlik ve tarih derslerinde) başka devletlerin topraklarımız üzerinde gözü olduğu ve sürekli tetikte olmamız gerektiğiydi. Fakat bu doğru mu?

Türkiye Cumhuriyeti şu anda gelişmekte olan bir ülkedir... Daha doğrusu gelişmemiş fakat gelişmeye çalışıyor ayağına yatan bir ülkedir. Siyasal, ekonomik ve askeri alanda dünya üzerinde bir güç değildir ve bu durumu düzeltmek için hiç birşey yapılmıyor. Biliyorum 2 yılda bir kaldırımları yeniden yapmak bizi bir süper güç yapacaktır(!) ama hep aynı şeyi yapmamalıyız. Devletin başına gelenler her zaman ulusun çıkarlarından çok kendi çıkarlarını düşündüklerinden ilerlemeye doğru atılan bir adım yok. %60'ı aptal olan(Aziz Nesin öyle demiş bence oran çok daha yüksek) bir milleti uyutmak için de hep yabancılar bizim gelişmemize izin vermiyor yalanı yetiyor. Zaten ağaç yaşken eğilir atasözümüzde de olduğu gibi daha ilköğretim yıllarından askerliğin sonuna kadar süre içerisinde şartlandırılan çocuklar ileride de amına koduğumun gavurları bakışıyla yabancılara yaklaşacaktır. Kendileri vatanlarını ileri taşımaya çalışmayacak hep bu ibne Yunanlılar, Ermeniler vs. yüzünden bu durumdayız diyeceklerdir. Toplumsal paranoyamız yüzünden hep diğer devletlerden korkup suçu başkalarında arayacağız ve bu eğitim değişmediği sürece hep geri kalacağız.

11 Eylül "Terörist" Saldırıları

11 Eylül 2001 tarihinde, 3000 ölüye ve 6000 yaralıya sebebiyet vermiş El - Kaide saldırısının üstünden uzun yıllar geçti. Kendi naçizane düşüncelerimi siz saygıdeğer ibnelerle paylaşmak istiyorum.


Bildiğiniz gibi olay uçakların kaçırılıp Amerika Birleşik Devletlerinin önemli simgelerinden birine intihar saldırısı yapılmasıydı. Saldırının sorumluluğunu Amerika'nın tüm olanaklarına rağmen ele geçiremediği(!) Usame Bin-Ladin ve El-Kaide üstlendi.


El-Kaide örgütü dünya üzerinde şeriatçı bir devlet kurmayı amaçlayan aşırı dinci bir örgüttür. Bu örgütün Amerika tarafından finanse edildiği iddiası ilk olarak SSCB'ne karşı kurulmuş olmaları, Amerika'ya hedeflediği şeyleri gerçekleştirmek için fırsat vermiş olması ve tüm imkanlarını kullanan Saddam'ı kısa bir sürede yakalamış, Amerika tarafından ele geçirilememiş Usame Bin Ladindir.

Örnek olarak:
Afganistan
Irak


Amerika'nın bir nevi dünyayı yöneten şirketleri 11 Eylül saldırılarında inanılmaz kar ederken tek kayıpları kabul edilebilir sivil kayıpları olmuştur.

Eğer dünyada terör denen birşey varsa baş terörist ABD'dir!

Sol Kesimin Hümanist Olma Zorunluluğu

Aşırı uçlar hariç, genel kanı kendini sol görüşlü olarak tanımlayan insanların hümanist olduğudur. Sol görüşlü(aynı zamanda entelektüel, ideoloji fanatiği olmayan) insanın hiç bir şekilde şiddet kaçınılmazdır deme hakkı yoktur. Böyle bir yorum yaptığında alacağı tepkiler sen nasıl bir solcusun tarzında olacaktır ve solcuların yapmak istediği çeşitli reformlar için bazı durumlarda kullanmak zorunda oldukları şiddet onlara hak olarak görülmemektedir. Oysa sağ görüşlü insanlar, bunların hepsinin amına koymak gerek dediklerinde hem haklı olarak görülmekte ve hatta bazı durumlarda aşırı şiddet kullanabilmektedir. Tarihsel örnek olarak Sovyetlerin Varşova Paktındaki diğer devletlere yaptığı baskı insanlık dışı olarak gösterilirken, ABD'nin Vietnam'da ve Kamboçya'da yaptıkları işgal hareketi ve kendi ülkelerindeki Kızılderilileri tüm haklardan yoksun bırakmaları "mecburi" olarak görülmüştür. Bunun bir sebebi de tarihi her zaman kazananların yazmasıdır ama Sovyetlerin güçlü olduğu zamanlarda bile Sovyetler "barbardı"(Tabii ki de bunun farklı sebepleri vardı mülklerini kaybetmekten korkan zengin ve orta sınıf ve onların basınları sayesinde manipüle olmuş işçi sınıfı). Öyleyse burada geniş çaplı bir algılama hatası vardır. Hiç bir solcu hümanist olmak zorunda değildir. Şiddet, daha iyi bir dünya için mecbur kalındığında kullanılabilir ve her zaman daha ileriye gitmeye karşı çıkan örümcek beyinliler ya da hainler olacaktır. Onların zehirlerini saçmalarını engellemek için hapishane duvarları değil anca ölüm yeterli olabilir. Ama tabii ki de solcuların hümanizmi reddedişi faşizm kadar sert olmamalıdır. Tek şiddet hareketi idam olmalıdır. Sağcıların ve Amerikan köpeklerinin yaptığı işkenceleri solcuların da uygulaması onların seviyesine inmek demektir. Sonuçta solculuk aslında şiddeti dışlamaz ve hiç bir sol görüşlü insan hümanist olmak zorunda değildir. Hümanist olup olmayacağı kendi kararıdır.

Türkiye'de Burjuva Sınıfının Kökeni Üzerine

Osmanlı'nın ilk dönemlerinde sınıfsız bir toplum yapısı hakimdi. Zaten bir avuç ibneydiler... Osmanlı büyüyüp geliştikçe vatandaşlar aristokrat ve emekçi sınıf olarak ayrılmaya başladı. Osmanlı'nın batı etkisine girmesiyle beraber (19. yy) Osmanlı üzerinde çeşitli planları olan devletler, özellikle İngilizler, kendileriyle benzer durumda olan insanlarla muhattap olmak istedikleri için Osmanlı'da burjuva sınıfını yarattılar.





Not
Ulan koskoca devlet olmuşsun, Akdeniz'in, Karadeniz'in amına koymuşsun adın Osman. İsminize sokayım.






Tabii bu yaratılma işleri ben istedim oldu tarzında olmadı. Zaten Osmanlı'da aristokrasinin alt kesimleri ve toprağı olan işçiler kendilerine benimseyebilecekleri bir kimlik arıyorlardı. İngiliz, Fransız ve son zamanlarda gelen Alman desteği Anadolu'da burjuva sınıfını yarattı. Yavaş yavaş ticaret azınlıklardan kurtulup yabancı sermaye tarafından desteklenen Türk burjuvalarına kaydı. Türk burjuvazisi sürekli Avrupa kültürüne tabii tutuldu ve büyük bir toplumsal şok olan Kurtuluş Savaşı'mıza kadar kendi yurtlarına yabancı kaldılar. Avrupa'nın gücü, ellerinde olan gazeteler, matbaalar tarafından abartıldı ve hala kurtulamadığımız bir aşağılık kompleksine sebep oldu.


Kurtuluş Savaşı sırasında da zafere inanmıyorlardı. Kurtuluşu, her zaman yakın oldukları yabancı devletlerde arıyor, tanımadıkları Anadolu halkına güvenmiyorlardı. Zaferin kazanılmasıyla beraber, Türk burjuvazisi kendi halkıyla içli dışlı olmaya çalıştı. Fakat sadece çalıştı... Üstünlük hissiyle aynı politik görüşte olsalar bile işçi sınıfına uzak durdular.





Not
İstisnalar tabii ki de var fakat istisnalar kaideyi bozmaz.






Demokrat parti yönetimiyle beraber tamamen yabancı odaklı oldular. Burjuva tarihinin devamına üstte gördüğünüz viewtopic.php?f=38&t=3662 açmığında devam ettim.


Okuduğunuz için teşekkür ederim.

Pantera

Are you talking to me?
No way you fuckin punk!



Pantera 1981 yılında Vinnie Paul ve Dimebag Darrell tarafından kurulmuş bir gruptur. İlk başta sikten sikten glam metal yapsalar da sonradan Phil Anselmo gibi insanlığı şüpheli bir herifi almalarıyla beraber gerçek Pantera'yı oluşturdular. Gruba dalmadan önce bir elemanları inceleyelim.

Elemanlar

Phil Anselmo(Vokalist)
Götü göbeği saldıktan sonra Fil Anselmo olarak anılmaya başlayan Phil Anselmo New Orleans'ta doğmuştur. Doğumunu yaptıran doktor kıçına şaplak atınca ilk defa brutal yaptığı söylenir. 9 yaşına kadar normal bir hayat yaşadığı söylenen Anselmo dokuzuncu yaşını kabız olarak geçirmesiyle beraber brutal ve scream vokal konusunda kendini geliştirmişti. Annesi oğlunun tüm zamanını tuvalette asılarak geçirdiğinden şüphelense de sonunda utanç verici gerçek ortaya çıktı ve Anselmo annesinin de desteğiyle müzikal çalışmalarına Samhain grubunda başladı. 19 yaşında Anselmo'nun da kendisi gibi alkolik olduğunu gören (ya da alkolizm potansiyelini keşfeden) Dimebag Darrell tarafından gruba alındı. Pantera'yla Power Metal, Cowboys From Hell, Vulgar Display of Power, Far Beyond Driven, uyuşturucu problemleriyle boğuşmaya başladığı hatta ölümden döndüğü zamanlarla ilgili parçalar içeren The Great Southern Trendkill ve vasatı aşamayan Reinventing The Steel albümlerini çıkarttı. Zaten uyuşturucu sebebiyle tartıştığı Abbott kardeşlerle Superjoint Ritual (taşaklı gruptur) yan projesi sebebiyle kavgayı büyüttü ve sonunda grup dağıldı. Dimebag'in sağlam bir dayağa ihtiyacı var diyerek elinde kemerle gezen baba imajını verdi ve bu sebeple Dimebag'in cenazesinden siktiri yedi. Down'la takılmakta şu an kendisi. Bu sene Türkiye'ye gelebilir ama Anselmo eski Anselmo değil artık...

Dimebag Darrell(Gitarist-Metal Tanrısı)
Gitar ustalarından sayılan Dimebag ırkçı ve yobaz ibnelerin diyarı Texas'ta doğmuştur. Anselmo gibi garip bir doğum hikayesine sahip olan Dimebag'in anasının amından elinden gitarla çıktı. Annesi amından gitar çıkarması sebebiyle bir daha asla sikişten zevk alamadı ve kendi kabuğuna çekildi... 12 yaşında Vai'ye götün yiyorsa gel kapışalım demesine rağmen Vai tarafından siklenmemiş o da hırsını katılabildiği tüm gitar yarışmalarını kazanarak almıştır. Kardeşi baterist Vinnie Paul ile Pantera'yı kuran üstat ortalığın amına koyunca MegaDave'den teklif almış ama nazikçe siktir lan demiştir. Pantera'da yardırdığı senelerden sonra Anselmo'yla kapışmasıyla grubu dağıtmasıyla sikindirik bir bassist ve sikindirik bir vokalistle Damageplan'i kurdu. 8 Aralık 2004'te orospu çocuğu (!) Nathan Gale tarafından katledildi. Ölümünden sonra MTV veletlerinin elinde oyuncak oldu...

Rex Brown(Bassist)
Rex'in Dom/Hollow'un başında Anselmo'nun "Can You Hear Rex's Bass" den başka olayı yok... Zaten Dimebag'in gitarına odaklanmak varken kimse de bası siklemez ama futbol terimiyle iyi bir takım oyuncusudur.

Vinnie Paul(Baterist)
Hayvani ritimlerin ustası olan Vinnie Paul, Dimebag'in kardeşidir. Five Minutes Alone'un başında attırdığı harika ritimlerle, Primal Concrete Sledge'de hız konusunda Dave Lombardo'ya meydan okumuştur. Kardeşi öldürüldüğünde depresyona girse de sonradan düzelmiş ve Hellyeah isimli grupta çalmaya başlamıştır. Hastasıyız efenim...

Albümler

Anselmo'nun olmadığı albümleri siklemiyorum. O kadar boktanlar ki onları Pantera'nın saymak hakaret olur.

Power Metal:
Life's paranoia
You're hiding in


Pantera'nın Pantera olmaya başladığı albüm. Anselmo'nun katılmasıyla beraber gerçek ruhunu bulan Darrell kardeşler ilk albüme göre taşşaklı bir iş çıkarmışlar.

Death Trap, Rock The World ve girişi haber bülteni girişine benzeyen Hard Ride sağlam şarkılarındandır.

Cowboys From Hell:
You see us comin'
And you all together
Run for cover

We're takin over this town


Nasıl albüm yapılır sorusunun cevabı budur. Çatır çatır heavy metal yapmak budur. Karı sikerken 5. posta hangi şarkılarla atılırın cevabı budur.

Gölgelerinden tırsan emo oğlanlar tarafından yazıldığı söylentisi ortada dolaşan Cowboys From Hell heavy metal marşıdır. Metallica için Master of Puppets, Megadeth için Holy Wars, Slayer için Raining Blood neyse Pantera için de Cowboys From Hell odur. Tarihin en gaz parçalarından biri olan Cowboys From Hell'in klibini Anselmo'nun nasıl soyunuzu sopunuzu sikeceğim bakışı attığını görmek için izlenebilir.

Primal Concrete Sledge, Vinnie Paul'un hayvan gibi ritmleriyle süslediği Anselmo'nun Come and be with me diyerek yardırdığı göte baget sokmayı düşündürten sağlam bir şarkıdır.

Psycho Holiday hakkında söylenebilecek herşey sözlerin içinde zaten...
Now I'm far from home
Spending time alone
It's time to set my demons free
Been put to the test
My mind laid to rest
I'm on a psycho holiday


Cemetery Gates, yine metal tarihinin en baba parçalarından. Muhteşem riffleri, sürekli değişen temposu ve sonunda Anselmo'nun götten sikiliyormuş gibi çığlıkları hayatın anlamıdır.

Domination, iki muhteşem solosu arasında muhteşem bir riff(Burger King reklamı gibi oldu)... Riff için hemen adaplı'ya bağlanıyoruz.

adaplı yazdı:
domination'un, ilk solosundan itibaren, o an canımı teslim edebileceğim duygusu beliriyor.

hele iki solo arasındaki senkronize headbang melodisi... dıdıdınt dıdıdınt dıdıdınt dıdıdınt... tüm konser alanını hayal edebiliyorum. judas priest'in sahnedeki görüntüsünü 1000 ile çarpma sonucu ortaya çıkan görüntü. herkes aynı anda dıdıdınt dıdıdınt dıdıdınt :)


Diğer parçalar da boş değil; death metal tarzındaki riffleriyle Message in Blood, Floods'un öncüsü The Sleep ve Shredding nasıl yapılır öğretilen The Art of Shredding.

Vulgar Display of Power:
You can't be something you're not
Be yourself, by yourself
Stay away from me
A lesson learned in life
Known from the dawn of time


Pantera'nın yükselme devrindeki albümlerinden biri (yükselme devri ne amına koyayım Osmanlı tarihi gibi). Boş parça olmayan albümlerden...

A New Level, girişte hayvan gibi rifflerle yardıran, Madonna orospusunun coverladığı, (harbiden lan) Official Live 101 Proof'taki versiyonuyla insanın Hulk'a dönüşüp headbang yapmasına sebep olan parça.

Walk, sözleriyle, riffleriyle, solosuyla, baterisiyle siktir git lan demek böyle birşey. 2 kilo taşşağı olmak böyle birşey işte.

Hollow=Dimebag'in Ağıtı

----------------
----------------

Diğerlerini de bir ara yazarım şimdi üşeniyorum... Daha yazılacak çok şey var.





Not
Bu sayfada okuduklarınız kişisel görüş ya da hurafedir gelip bana hönkürmeyin götünüzde alevli dildo istemiyorsanız.






Dün kaldığım yerden devam edeyim...

--------------
--------------

Pantera'nın isminden gaz akan (nasıl birşeyse bu da amına koyayım) albümünün geri kalan parçalarının boş olması düşünülemez değil mi? Kısa ama etkili Fucking Hostile, tarihteki en güzel ve en "metal" aşk şarkısı This Love ve Anselmo'nun yine harika vokallerle süslediği By Demons Be Driven örneklerden...


Far Beyond Driven:
I see you had your mind all made up
You group of pitiful liars


Lan Pantera'nın hastasıyım ama bir türlü sevemedim bu albümü. 2-3 güzel parça var sadece... The Great Southern Trendkill ile Vulgar Display of Power arasındaki anlık çöküş....

5 Minutes Alone, albüme kötü falan dedim ama çok baba şarkıdır bu. But you can't crush the kingdom diye bağırası gelir insanın. Sonra asla Anselmo gibi söyleyemeyeceğini anlar susarsın, headbangle devam edersin parçaya...

I'm Broken, dünyanın en az "broken" herifi tarafından söylenince ciddiyeti kalmıyor amına koyayım. Adamın karnının üstünde hayvan gibi Unscarred dövmesi var. Yine de sağlam parça....

Planet Caravan, elektronik efektler olmadan ve Anselmo vokali olunca insan parçanın değerini anlıyor lan... Utanmasam Black Sabbath'tan iyi derim...

The Great Southern Trendkill:
Truly, fuck the world,
For all it's worth,
Every inch of planet Earth


Çok değeri anlaşılamamış bir albüm lan bu... The Underground In America ve Living Through Me hariç cık cık olmamış bu edası takınabildiğim parçalar yok ve diğer parçalar da en az Cowboys From Hell ve Vulgar Display Of Power albümündeki parçalar kadar sağlam.

War Nerve, gaz riffleri ve gaz sözleriyle duvara kafa atma sebebidir... Bülent Ecevit'e dinletsek o bile headbang yapardı o derece!

Drag The Waters, tribünlere oynayan bir klibi var bu parçanın. Yok uyuşturucuymuş yok mafya babasıymış vs. vs. . Anselmo'nun scream-brutal vokali varken onları mı sikleyeceğim lan!

Suicide Note 1&2, Anselmo'nun yüksek dozdan yarrağı yemesinden sonra yazılmış... 1. parça ne kadar huzur veriyorsa 2. suicide note da o kadar gaz veriyor. Hele o wah pedalı yok mu... Wah pedalından başka bir bok bilmeyen Kirk Hammett siktirsin gitsin Dime'ın cesedine domalsın amına koyayım.

Floods, bir elektro gitarla yazılmış en iyi sololardan biri bu parçada amına koyayım. O yağmur efektlerinden sonra giren solo ve parçanın sonu resmen adamı sikiyor. Ulan Dimebag nasıl birisin lan sen!!! Dimebag Darrell is god!

Bunlar haricinde söylediğim iki parça hariç diğerleri de yardırıyor... Dinleyin ve dinletin.

Official Live: 101 Proof=Headbang! Headbang! Headbang!
Diğer parçaların konser versiyonları var...

Reinventing The Steel:
I can't help the way I am
There's no trust and there's no end
What is my name?

It will never change
So here it stays
Forever is my name


Götüm gibi albüm. Zaten grup içindeki anlaşmazlıklar falan ortaya çıkmış iyice, adamlar dağıldı dağılacak böyle bir albüm çıkartmaları normal ama tüm albümü kurtaran bir parça var. Revolution Is My Name!

Oğlum adamlar yememiş içmemiş hayvan gibi bir parça ve hayvan gibi bir klip hazırlamış. Rifflerinin bir kısmının EsenPen reklamına benzemesi de cabası, yurdumuzdan esinti olmuş amına koyayım.

Yesterday Don't Mean Shit güzel bir de... Ya da son albümden canlı performansını duyduğum sadece bu ikisi olduğundan öyle düşünüyorum.


Konser Performansları

İddia ediyorum dünyanın en iyi konser performansı(metal) olan üç grubunun içine girer Pantera. Anselmo gibi frontmanden daha azı beklenemez zaten... Bir bakıyorum sahnenin diğer köşesinde bir bakıyorum başka bir köşede. Adam hiperaktif lan! Atlıyor zıplıyor her bir boku yapıyor. Hele Monsters of R(c)ock Moskova 91 konserinde polislerin seyircilere dalmasıyla acayip olay çıkıyor.




Not
Pantera, Metallica ve AC/DC'nin coşturduğu Moskova 91 konserini izlemeyen top olsun!






Vinnie'nin zaten bateri başında olması yeter. İsterse sahnede olsun isterse çöp kutularını bateri olarak kullansın, gördüğüm yerde elini öperim.

Dimebag'in de gitar çalması yeter ama adam sadece bunu yapmıyor. Ozzfest 2000 konserini izliyorum, tam nakarat kısmında Pantera fanları çıkıyor sahneye Dime'ın mikrofonunu paylaşıp geri vokalleri yapıyorlar falan... O zaman Dimebag'i ailemin ferdi olarak gördüm...

Rex Rex işte. İşini yapar ve gider.


Pantera Nedir Ne Değildir?

En iyi gitar soloları tarzında bir toplama albüm indirmiştim. Bir baktım ilk sıralarda Floods diye bir Pantera parçası var. Limewire'da Metallica-Megadeth parçaları aratırken sürekli Pantera'nın araya karışmasından sıkılmıştım. Bu ne lan dedim ve hayatım değişti... İnanılmaz bir solo ve Anselmo. O gün tüm albümleri indirdim (korsana karşıyız). Şimdiye kadar boşuna harcamıştım zamanımı Metallica'yla, Megadeth'le, RATM ile. Gerçek headbang Pantera'daydı.

Aylarca sırf Pantera dinledim... Ama yetmiyordu. Sonunda bilinmeyen parçalarına, konserlerine sarkmaya başladım. Avoid The Light, Light Comes Out of Black parçalarını hatmettim. Moskova 91 ile Donington 94 ile ve Ozzfest 2000 konserleriyle kendimden geçtim. Cowboys From Hell'in klibinde Anselmo her We're Taking Over This Town dediğinde orgazm çığlıkları atıyordum.

Pantera dünyanın anasını sikme isteğidir. Pantera gazdır!

Dinin Yayılmasında Korku ve Acizlik Faktörü

Dini ayakta tutan en önemli unsur korku ya da acizliktir. Dine en çok sarılanlar, batıl inançlılar hep fakirlerdir ya da zenginliğini kaybetmekten korkan zengin piçleridir. Aynı şekilde insanların bir yakını ya da kendisi ölümcül bir hastalığa yakalanınca hemen tanrıya dua etmeye başlar. Ulan tanrıya yaşamak için yalvaracağına gebeince üst üste sikeceğin hurileri düşün. Ama öyle yapmaz. Tek yaptığı dinsel aktivite küçüklüğünde sünnet edilmek olan bu insan ölümle burun buruna gelince yalvarmaya başlar. Devam edelim... Gözüme çarpan bir haber vardı bugün... Hindistan'da engelli bir çocuğun doğumu ve ona nasıl tapıldığı. Bunun sebebi Hinduların fakirlikten kırılması açlıktan gebermeleri fakat kendileri birşey yapamadığı ya da yapmadıkları için kurtarıcı aramaları değilmidir? Onlardan daha iyi durumda olan bizler gülüp geçebiliyoruz ama ya biz de(onlar kadar) fakir ve cahil olsaydık o zaman belki biz de kurtarıcı arayacaktık kendimiz çalışmak yerine. Belki fetoyu kurtarıcımız sayacaktık. Peki ya zengin insan niye korkar. Zenginlerin çoğu zenginliğini elde etmek için onlarca insanı ezip geçmiş hala da fabrikasında dükkanında işçiyi götü sikilircesine çalıştırır. Zenginin korkusu da yaptıklarının tanrı ya da insanlar tarafından götüne sokulmasıdır. Bu yüzden dua eder. Din konusunda en rahat olan kesim orta kesimdir. Büyük günahları ya da sevapları yoktur. Kendi hallerinde yaşayıp gitmektedirler. Küçük burjuvaların gençlerinde varolan sosyalist ve marjinal eğilimler yüzünden Ateizm giderek yaygınlaşmaktadır. Bunun sebebi kaybedecek ya da kazanacak çok şeyleri olmamasındandır. Sosyalist düşüncenin de etkisiyle acizliği kabul eden değil dışlayan bir tutum içerisindedirler bu sebeple de inanmazlar. Büyük korkuları yoktur.


Yani din kaybedecek ya da artık kaybedecek bir şeyi kalmamış olanlar için vardır. Korku ve acizlikle beslenir ve büyür. Affedici ve yüce bir tanrının insanlara kendisini kabul ettirmek için korkuya ihtiyacı olması ne kadar da komik değil mi?

Aleister Crowley

Dünyanın en taşşaklı insanlarından olan Aleister Crowley şeytan tarafından ele geçirildiğini iddia eden satanizmin kurucularından biridir. Hepimizi kara kara düşündüren nasıl hatun kaldırırım sorusunu kendine sorarken (bazı kaynaklarda ibnenin önde gideni olduğu, Hristiyanlığın da ibneliğe hoş gözle bakmadığı için böyle bir yola girdiği söylenir) lan oğlum ben garip garip işler yapsam hayvan kurban etsem müritlerimi de cezalandırsam sonra da onlar bana yavşasa diye sayıklamaya başlamıştır. Tabii ki de siklenmedi kendisi. Okültizme merak sardıkça Golden Dawn gibi büyük cemiyetlere girdi. The Book of the Law'la beraber işin bokunu çıkarttığı iddia edildiği için cemiyetten atıldı. The Book of the Law Crowley'nin kendisine şeytan tarafından yazdırıldığını iddia ettiği kitaptır.(burdan ingilizcesini indirebilirsiniz)


Bu olaydan sonra müritleri inanılmaz derecede artıyor kendisinin. Çocukluğundan beri hayal ettiği, herkesin birbirini siktiği bir ortama sahip oluyor. Şu anda bile kedi kesen dalyarraklar olayın kökenini bilmeden, Crowley ustaya saygı duruşunda bulunmadan böyle mallıklar yapıyor.


Hakkındaki rivayetler inanılmaz derecede fazladır. Büyük ihtimalle çoğu götten uydurulmuştur(örneğin the book of the law'u Hitler'e gönderdiği ve kendisini dinine davet ettiği) ama bazılarının gerçek olma ihtimali bile insanı heyecanlandırıyor...


Benim bu adama saygı duyma sebebim, tarihte yaptıklarının sonuçlarına katlanmak zorunda olmayan, hiç bir zaman kahraman olmaya çalışmamış bir insan olması. Bir ergen bakışıyla adam çok kuuuuuuul yaaaa dediğimi düşünmeyin. Aleister Crowley tam bir orospu çocuğudur fakat kaliteli bir orospu çocuğudur. Severim sayarım. Sırf Jimmy Page'e, Ozzy Osbourne'a ilham vermesi yeter.





Not
Oğlunun adı Attaturk Crowley'dir. Hatta sözlükte Atatürk'e yazdığı bir şiir olduğu bile söyleniyordu fakat aynı şiiri aramalarım sonucunda bulamamamdan dolayı gerçek olmadığını kabul ediyorum.






Kendisi ile ilgili kaynaklar:
http://sozluk.sourtimes.org/show.asp?t=aleister+crowley
http://en.wikipedia.org/wiki/The_Book_of_the_Law
http://tr.wikipedia.org/wiki/Aleister_Crowley
http://hermetic.com/crowley/
http://en.wikipedia.org/wiki/Aleister_Crowley

Ozzy Osbourne'un Mr. Crowley parçası
http://www.youtube.com/watch?v=XSnj8X1zAZI

Sodom Şehri ve Homofobik Tanrı

Sodom ve Gomore şehri halkı cinsel sapkınlıkları (çocuklara tecavüz, ibnelik) ve inançsızlık gibi sebeplerden dolayı "TANRI" tarafından yok edilmiştir. Bu katliamdan sadece Lut ve ailesi (karısı hariç) kurtulmuştur.


Zaten popüler kültürün bir parçası olmuş bu olay hakkında kısaca bilgi verdikten sonra, gelelim işin problemli kısmına.

Soru 1- Tanrının insanları kendinden bir parçaya sahip yarattığı söylenir. Peki biz tanrının dünyadaki yansımasıysak tanrı da aslında ibne ve tecavüzcü müdür? Ya da psikozlu mudur? Bu iki şehrin insanlarını kendi içindeki bastırılmış hislerinden kaçınmak için mi yok etmiştir?




Not
Burada tanrıya insani özellikler vererek açıklama yaptım. Tanrı inanılmazdır müthiştir insani özelliklere sahip olamaz diyenlere bir sonraki soru geliyor.






Soru 2- Tanrı o kadar uğraşlar sonucu var ettiği insanları niye bu kadar kusurlu yaratmıştır? Niye içimize hoşgörmeyeceği şeyleri yapma isteği vermiştir? Tanrı sadist midir? Bir türü var edip onun acı çekmesiyle eğleniyor mu?

Soru 3- Pasparlak erkekleri şehre göndererek niye şehrin ibne nüfusunu tahrik ediyor? İlk kullarından olan İbrahim'i bu heriflere dokunmasınlar, şehre dokunmayacağım dediğinde herşeyi gören olarak aslında ne olacağını bilmiyor mu?

Soru 4- (Erich von Daniken'e göre) Aslında şehri Tanrı değil de insan ırkını yapay olarak geliştirmeye çalışan uzaylılar istedikleri sonuca ulaşamadıklarından kusurlu Sodom halkını yok etmiş olabilir mi?




Not
Çok saçma gibi gözüküyor fakat inanılmaz güçlere sahip olduğu söylenen tanrının, insanların yapacaklarını önceden görememesindense uzaylıların şehre atom bombası attığını düşünmekten daha mantıklı.






Soru 5- Aslında Tanrı değil de bölgede bulunan petrol veya doğalgaz kaynaklarının yanlışlıkla ateşle temas etmesi mi bu şehirlerin sonu oldu?


Bence en doğrusu beşincisidir. Sodom ve Gomore şehrinin sonunu tanrıya bağlamak 7.4 yetmedi mi diyen türbanlı ve takkeli heriflerin söylediği laflara benzer. Her felaketi insanların tanrının emirlerine karşı çıkmasına bağlayan nefret ve öfkeyle beslenen dinciler, aslında kendileri iyilik dolu ve bağışlayıcı tanrı düşüncesine yani dine zarar vermekteler.

Yalarım,

Eski Nesil Metalci vs. Yeni Nesil Metalci

Fight!


Çoğunuz sigara dumanından geçilmeyen salonlarda atari oynayarak yetişmişsinizdir. Hepimizin oynadığı Street Fighter oyununu hayal edin. Eski nesil metalci Blanka'ya benzer. Giyimi kuşamı nasıl olduğu önemli değildir. Hayvan gibidir ve doğaldır. Yanına destursuz geleni elektriğiyle sikertir. Yeni nesil metalcinin ise Ryu'dan farkı yoktur. Hoplar zıplar, ibnemsi hareketleri vardır. Makyajı varmış gibi durur. Delikanlı değildir hep vur kaç taktiği uygular.


Eski ve yeni nesili yaşlarına göre değerlendirildiğim düşünülmesin önemli olan dinledikleri gruplardır. Eski nesilin başlıca gıdası huzur ve dinginlik veren heavy, thrash ve speed metaldir. Yani Metallica, Megadeth, Death, Iron Maiden, Slayer, Testament, Pantera, Antrax, Overkill, Motörhead, Exodus, Manowar bunlara dahildir. Bu gruplardan Slayer hariç hiçbiri nasıl daha sikici gözükebilirim (belki Manowar hariç) diye kasmaz. Görünüşleri değil ellerindeki gitar, yaptıkları sahne şovları önemlidir. Yeni nesilden tiksinirler ve metali bok eden adamlar olduklarını düşünürler. Haklıdırlar da...

Yeni nesil ise kafa sikmeye birebir nu, black(ve bunun sikindirik kolları) dinler. Dinledikleri müzik tamamen karı kaldırmaya yöneliktir ve sırf havadan ibarettir. Bu gruplar Children of Bodom, Korn, Slipknot, Limp Blizkit, Linkin Park, Rammstein, Tokio Hotel ve sayamayacağım kadar çok kolpa black metal grubudur. Nasıl daha havalı gözükürüm diye ayna önünde karı gibi saatler geçirirler ve olabildiğince sert gözüktükten sonra her omuz atana özür dilerim abi derler. Karı kız yalakasılardır. Bir gün bu grupları dinleyen herif bir bakmışsınız bir sonraki gün sevgili bulmuş ve Christiana Aguilera dinlemeye başlamış. Bu yola hiç girmeden odun tedavisiyle adam edebilirsiniz ama orasına burasına taktığı piercingleri yüzünden mideniz bulanıp geri dönme ihtimaliniz de çok yüksektir.


Tarafsızlık iddiam yok.

Sanat Güneşinin Zeki Müren Olduğu Muhafazakar Ülke

Bilin bakalım bu ülkenin adı ne? Tabii ki Türkiye. Sanat güneşi Zeki Müren olan, diğer çok tutulan sanatçıları arasında Bülent Ersoy ve Fatih Ürek gibi isimler bulunan, yıllarca televizyonlarda Huysuz Virjin'i izlemiş bir muhafazakar ülkeyiz.

Homofobinin dibine vurmuş bir toplumda bu insanlar nasıl başarılı oluyor peki? Böyle geleneklerine ve kültürüne bağlı bir toplumda, alışkanlığı en ağır şekilde yıkan bu davranış nasıl takdir görüyor?

Kültürel baskının en az olduğu Amerika'da (siyasi kültür değil tabii ki de(go to russia, commie!)) bile belli bir grubun temsilcisi insanlar arasında ibne yok. Bir bakalım... Michael Moore, Bruce Springsteen, Oprah vs. vs. yani geniş kitlelere hitap eden kimsede farklı cinsel eğilimler yok.

Peki bunun sebebi ne?

Bu konuya dönmeden önce bir konudan daha bahsetmek istiyorum. Tasavvufun başkenti Konya'ya yakın zamanda gittim. İzlenimlerim bayağı ilginç oldu... Sabahları Allah-u Ekber, akşamları bilgisayar hoparlörlerinden yükselen ah-oh sesleri ve tüketilen rakılar...Ve yine tasavvufun başkenti çocuk pornosunun en çok izlendiği yer.

Böyle bir örnek verdikten sonra konuya geri döneyim.

İbnelik toplumumuzda hoşgörülmüyor değil mi? Evet! Ben ibne olsam babam beni evlatlıktan reddeder mi? Evet! Hatta bunları geçtim, kulağında küpe olanlar, çivili bileklik takanlar, uzun saçlı erkekler bile tepki görmüyor mu? Görüyor... Eee, niye bu adamlar Türk müziğinin, televizyonunun büyük parçası? Çünkü insanlar Adem'i cennetten attıran (ilk günah... kin ve öç tanrısı) yasak meyveyi(bu yasak elma geyiği Havva'nın göğüsleri olabilir) arzuluyorlar fakat yapamazlar. Ayakkabıcı Hüseyin amca ibne olsa, bakkal Mahmut amca ibne olsa mahalle halkı götlerinden kan alır. Bu yüzden sıradan insanlara onları sadece takdir ediyor. Belki benim yazdığım düşüncelerin farkında, kendini analiz edebilmiş bir insan ve belki de hiç bir fikri yok bu konuda Zeki Müren dinleyip rakısını içiyor şu an.


İşte bu yüzden hem muhafakazarız hem de değiliz.






Not
Şu çelişkilere gülmenin de zevki olmasa bu ülkede yaşanmaz zaten amına koyayım.

Suicidal Tendencies

I got into a war I can never win
Where the nightmare never ends
And I don't know what I'm saying
Got into a war with reality
That motherfucker it was waiting for me
And I lost again!
I lost again!


Müzik zevkimi Ahmet Kaya, Grup Yorum tarzı müziklerden thrash-hardcore punka çeviren bir grubu yazmak mecburiyetinde hissettim kendimi. Melankolik ve kaybeden tavırlarından ebeni zükeceeem, götüne koyacaam, zevkten ağlatıcaaam tarzı geçişlerine hastayım bu adamların. 1981'de bir punk efsanesi olan Mike Muir tarafından kurulan ST'nin en önemli özelliği belki de popüler olma kaygısı taşımadan hayranlarıyla bir aile olduğunu göstermektir.

Elemanlar





Not
Elemanlar olarak sadece en sağlam olduğunu düşündüğüm elemanlarını yazıyorum. Yoksa bitmez bu liste.






Mike Muir(Vokalist)
Cyco lakaplı Mike Muir abisi Jim tarafından iyi ki kaykaya (ulan İngilizce'de skate derken bir karizması var, bizdeki isme bak amına koyayım) ve punk müziğe alıştırılmış. Yoksa Go Skate tarzı parçalarla başlayan ST asla bir You Can't Bring Me Down yapamazdı. Sesi gariptir bu ibnenin... İlk dinleyişlerde kulak tırmalasa da sonradan kendisine hasta eder, bağımlılık yapar. ST ailesinin göbekli büyük abisidir. Hafiften yaramazdır ama çaktırmaz...

Rocky George(Gitarist)
Zenci ve müzik denince akla hemen yo yo diye konuşan, götlerine altın vibratör sokan ibneler gelir değil mi? Bu herif öyle değil işte! Adam metal tarihinin en taşaklı gitaristlerinden biridir. Soloları harikadır... Şarkının ne hissettirmesi gerekiyorsa o duyguyu hissedersin soloda. Zamanında başka bir punk grubu Cro-Mags'de de çalmıştır kendisi (sağlam gruptur bu da). Numbers From The Beast tribute albümünde de ustalarla çalıştı.

Robert Trujillo(Bassist)
Her ne kadar kendisi funk öğelerini katmakta ısrar edip ST'nin içine sıçmış olsa da bas çalmak konusundakki yeteneği inkar edilemez. Zaten yeteneksiz adam Metallica'yla, Ozzy Osbourne'la, Black Label Society ile çalamaz. Adamın götüne tekmeyi vururlar sonra da geri dönüp bakmazlar bile. Keşke Metallica'da çalacağına adam gibi müzik yapan bir gruba gitseydi de yeteneğini tam olarak görseydik...

Jimmy Degrasso(Baterist)
Bateriyi headbangden boyun kırılacak parçaların ismi bu ibnedir işte. Suicidal For Life gibi sikelim sokalım amlarına koyalım tarzı müziğin olduğu bir albümde Cyco söyleyerek, Rocky ağzıyla söverken kendisi de bateriyle sövmüştür. Megadeth'de çalarken grubun fanlarının tek sövme nedeni Nick Menza gibi Megadeth'e ait bir bateristin arkasından gelmesidir. En son F5 ile The Reckoning albümünü dinlemiştim.

Mike Clark(Ritm Gitar)
Çalıyor işte...

Albümler

Suicidal For Life'tan sonra grubun ortalık orospusu olmasından, her gördüğünün kucağına oturmasından dolayı diğer albümleri yazmıyorum.

Suicidal Tendencies:

Welcome to a modern blitzkrieg
With peace, I can't relate
Welcome to death now you'll love it
Once in a lifetime treat
Say goodbye to peace and order
You and my terror will meet


Daha gruba thrash öğeleri girmeden yapılmış kısa ve öz ilk albüm. Çatır çatır punk. Parçaların ortak yanı ilk 10 saniyede sakin bir girişten sonra yardırması.

Instutionalized albümün en çok bilinen parçası. Mike Muir annesiyle diyaloğunu anlatırken içimdeki asi ergen uyanıyor.

Suicide's an Alternative sözleriyle harbi lan dedirtip atlasam mı acaba camdan diye düşündürüyor. Sonra cama kadar gitmeye üşenip oturuyorum yerime.

Suicidal Failure karanlık ve muhteşem girişiyle harika bir parça. Dinlemeyeni züksünler.

Diğer parçalar da idare ediyor işte...



Join The Army:

The only thing real is the way I feel
And that's the pain that's deep inside
The battle from within is gonna begin
And there ain't nowhere to hide


Çok boktan albüm lan. War Inside My Head ve Two Wrongs Don't Make a Right hariç güzel parça yok. Yine de War Inside My Head sağlam.



How Will I Laugh Tomorrow When I Can't Even Smile Today:
Before I drown in sorrow
Last thing that I'll say
How will I laugh tomorrow
If I can't even smile today


Albüme adını veren parça beraberinde rakı içilebilecek bir parçadır. Hele bunun özel bir heavy emotions versiyonu var ki oha amına koyayım dedirtiyor.

If I Don't Wake Up da sözleriyle vuruyor insanı... Yazamıyorum bile amına koyayım. Ayrıca Metallica'nın ilk dönemlerine benzeyen bir riffi var parçanın.

Diğer parçalar da güzel... Özellikle Trip at the Brain.



Lights... Camera... Revolution!

Adamlar yeter lan bu kadar sakin parça yaptığımız, biraz da coşalım demiş olacak ki böyle bir albüm yapmışlar. Sözlerin içeriği genel olarak aynı ama müzik coşuyor.

Give It Revolution
Throughout all time and history
The world's been mauled tyranny
Now we're refusing to take it
The worst evil the world has saw
Were crimes defended by the "law"
Deny our rights and we'll break it
You got to break the chains that hold you down
Crush the tyrants to the groud
Freedom cannot be legislated
We'll bow down to no other one
The Father and His Son
They can't deny what he's created
Most wars never should have been thought
But this is a war that must be fought
We'll take a wrong and we'll right it
The greatest weapon of the fascist
Is the tolerance of the pacifist
We've got to stand up and fight it
We'll give it

You got to give it revolution, give it revolution
We're gonna give it revolution, give it revolution
You got to give it revolution, give it revolution
We're gonna give it revolution

Well you can put a bullet in my head
But you can't kill a word I've said
You got the disease, I got the solution
No matter how much or more you try,
you can never ever make this martyr die
I give it revolution
Revolution!
You could put a bullet in my head
But you can't kill a word I've said
Give it revolution
No matter how or what you try
You can never ever make a martyr die
Give it revolution
Revolution


Sözleri bu kadar güzel ilk Suicidal parçası. Özellikle The greatest weapon of the fascist / Is the tolerance of the pacifist kısmı ve Well you can put a bullet in my head / But you can't kill a word I've said kısmı mesajı sike sike kafaya sokuyor.

Alone, sözleri muhteşem başka bir Suicidal parçası daha. Mike Muir işi biliyor...

Lovely ironinin allahını yapan, sözleriyle insanın bencilliğini gösteren bir parça.

Lost Again
Lost it! I'm caught in a rage
Like an animal locked in a cage
Now I look into the barrel of a gauge - doom!
Made me into a fool
Experimented on me like an animal
Turned me into a common criminal - criminal!
I lost it, but I gotta get with it
Motherfucker, now you're gonna get it
I ain't one that'll sit and forget it

I got into a war I can never win
Where the nightmare never ends
And I don't know what I'm saying
Got into a war with reality
That motherfucker it was waiting for me
And I lost again!
I lost again!

Took my dreams, ya left them there shattered
Took my hopes, ya dug in them and they splattered
Took my mind like it didn't even matter
Entered a world that I didn't belong
Thought I could take it but I stayed too long
Thought I could handle it, boy was I wrong!

Fighting a war I can never win
Where the nightmare never ends
And I'm not into playing
Got into a war with reality
That motherfucker it was waiting for me
And I lost again!

Lost it! Lost again!
Lost it! Lost again!
Lost it! Lost again!
I lost it!

I went to war with reality
That motherfucker he was waiting for me
I never thought that this could happen to me - damn!
Down so low that I can't no higher
When I was burning you put wood on the fire
You ain't nothing but a goddamn liar - liar!
Took all my strength now I tremble and drop
You got to be down to go over the top
Oh, god can't you make the laughter stop?

Died in a war I could never win
Where the nightmare never ever ends
And I lost again
Got into a war with reality
That motherfucker it was waiting for me
And I lost again!

Liar, killer! Lost again!
I lost!
Murder, killer! Hell I lost again!
No! No!
Cleanse me from your evil
You broke your promises!
What did I do to deserve this?

No one to save me from it!
Oh, lord please have mercy
And now I've come to see it
Something's gone wrong with me
I guess I got lost in reality
Hell I lost again!
Sure ain't easy, hell I lost again!


Söylenecek başka birşey var mı?

You Can't Bring Me Down metal tarihinin en güzel parçalarındandır. Suicidal Tendencies'i bilmeyen birisi bile (eğer metal dinliyorsa) bu parçayı bir yerde duymuştur ama kimin söylediğini bilmez.

The Art of Rebellion:
I'm screaming inside, why can't you hear
Nobody hears
You're looking right though me like I'm not here
Nobody hears


Bu albümde yine bir sakinlik dönemi var. Yine melankolik ve intiharla ilgili parçalar... Albümün tamamı muhteşem. Dinleyin lan ibneler!

Suicidal For Life:
I ain't no muthafucker, never had one
never really wanted one
But that don't mean your daughter's safe
Guess that makes me a daughter fucker


Grubun Epic ile arasının bozulmasından sonra çıkarttığı punk kökenlerine geri dönüş albümü. Thrashçi Suicidal fanlarının gruptan uzaklaşmasına sebep olsa da gayet leziz bir albüm.

Suicyco Muthafucka hem yukarda yazdığım bölümü her dinlediğimde gülmekten öldüğüm hem de grubun yaşadıklarına dair bilgiler içeren bir parça.

No Fuck'n Problem girişindeki harika riffle coşturan devamında gelen solosuyla orgazm çığlıkları attıran bir parça.

Don't Give Fuck riffleriyle Cyco'nun sakin sakin I don't give a fuck demesiyle gayet güzel bir parça.





Not
Bundan sonraki albümler yazmaya bile değmez...







Suicidal Tendencies Nedir Ne Değildir?


Yukarıda gördüğü şarkı sözlerini okuyanlar emo grubu lan bu diyebilir. Öyle değil işte! Zamanında Megadeth ile turlamış bir grubun emo grubu olmasına imkan var mı? Depresif olmakla emo olmak farklıdır. Metallica'nın, yeni nesil metal gruplarının yaptığını yapsalardı şu an metalin devlerinden biri olarak geçerdi isimleri. Parçaları adama sigara yaktırır, paket bitirttirir. Söylemek isteyip de nasıl söyleyeceğini bilemediğin şeyler olur bazen... Adamlar hepsini söylemiş. İzninizle How Will I Laugh Tomorrow dinleyerek tüttürüyorum.

__________
__________

You Can't Bring Me Down
What the hell's going on around here?

First off-let's take it from the start
Straight out-can't change what's in my heart
No one-can tear my beliefs apart, you can't bring me

You ain't-never seen no one like me
Prevail-regardless what the cost might be
Power-flows inside of me, you can't bring me

Never-fall as long as I try
Refuse-to be a part of your lie
Even-if it means I die, you can't bring me

You...can't...bring...me...down!

Who the hell you calling crazy? You wouldn't know what crazy was
If Charles Manson was eating fruit loops on your front porch....

Time out-let's get something clear
I speak-more truth than you want to hear
Scapegoat-to cover up your fear, you can't bring me

You ain't-never seen so much might
Fight for-what I know is right
What up-you got yourself a fight, you can't bring me

Stand up-we'll all sing along
Together-ain't nothin' as strong
Won't quit-we ain't in the wrong, you can't bring me

You...can't...bring...me...down!

Bring me down-you can't bring me down!
Bring me down-you can't bring me down, no!
Bring me down-you can't bring me down!
Bring me down-you can't bring me down, you can't bring me down!

Tell them what's up Rocky!

You...can't...bring...me...down!

Bring me down-you can't bring me down!
Bring me down-you can't bring me down, no!
Bring me down-you can't bring me down!
Bring me down-you can't bring me down, you can't bring me down!

So why you trying to bring me?
Well you can't bring me down...No, no, no, no
Can't bring me down....No, no, no, no, no, no
Can't bring me down....No, no, no, no, no, no
Can't bring me down....No, no, no, no, no, no
So why you trying to bring?
Well you can't bring me down

Just cause you don't understand what's going on don't mean it don't make no sense
And just cause you don't like it, don't mean it ain't no good
And let me tell you something;

Before you go taking a walk in my world
You better take a look at the real world
Cause this ain't no Mister Roger's Neighborhood

Can you say "feel like shit"?
Yea maybe sometimes I do feel like shit
I ain't happy 'bout it, but I'd rather feel like shit than be full of shit!

And if I offended you, oh I'm sorry...
But maybe you need to be offended
But here's my apology and one more thing...fuck you!

Cos you...can't...bring...me...down!

Bring me down-you can't bring me down!
Bring me down-you can't bring me down, no!
Bring me down-you can't bring me down!
Bring me down-you can't bring me down!
Bring me down-you can't bring me down, no!
Bring me down-you can't bring me down, no!
Bring me down-you can't bring me down, you can't bring me down!

Can't bring me down!
Can't bring me down!
Can't bring me down!

Suicidal!

Five Finger Death Punch

You've pushed me one too many times
I'm sick of all of the fiction, we're gonna settle it
You've pushed me one too many times
I'm sick of all of this shit, I'm here settle it!


Ulan 2005 doğumlu grubun açmığını görünce vay bu ibne follofoş yeni nesil müzikler dinliyor, yok davaya ihanet etti demeyin... Çünkü az sonra okuyacağınız yazıdan buram buram heavy ve groove akıyor...

Five Finger Death Punch, ismini Kill Bill filminde David Carradine'a "ıgh... amınskim" bakışı attıran hareketin adı olmakla beraber dinlemeye başladığınızda oturduğunuz koltuktan 5 metre havaya zıplamanıza sebep olacak gruptur. Lan COD6 forumlarına bakıyorum taktikler için herifin teki alakasızca demiş ki Pantera hayranı bir ibneye sen Pantera seviyorsan buna hasta olursun diye. İlk albümlerini o gazla indirdim ve ilk parça olan Ashes girdi. Boğazımdan çıkan homurtuyu, hayatımda gördüğüm en güzel hatunu hoplatırken çıkarmamıştım. Muhteşem rifflerle bezenmiş ve Ivan Moody'nin muhteşem brutali ve cleani(brutal ve clean vokalinin hayvani olması yönüyle ve hatta hafiften tipiyle Fil Anselmo'ya benziyor) amına koyuyor adamın. Asabımı bozan tek nokta MTV bebelerinin parçalarına benzemesi ara ara... Albümün sonuna kadar ne dinlediğimi anlamadan headbang yaparak geçti ama sonlara doğru öyle bir parça geldi ki yeni doğmuş bebeğe bile headbang yaptıracak derecedeydi... Meet the Monster!

Bu parçaya özel bir yer ayırmak istiyorum. Bir grubun kurulma tarihi 1995'ten sonraysa %90 boktandır ön yargımı kırmama yardımcı oldu çünkü. Düşmeyen tempo, Pantera'yı hatırlatan ana riff ve en önemlisi yazının başındaki kısım. Vokal öyle bir giriyor ki hastası olmamak mümkün değil. Hatta parçayı dinlettiğim bir arkadaşım o kısım bittikten sonra "oha, ben bu herife veririm" demişti. Arkadaşın içindeki gizli ibnelikten şüphelendim ilk önce ama sonra anladım ki haklıymış. Uğrunda göt verilecek nadir parçalardanmış Meet the Monster.

İkinci albümü sadece bir kere dinledim ve pek beğenmedim. Hatta osuruğumu kaydeder dinlerim de bunu dinlemem demiş olabilirim ama ilk albümü dinledikten sonra kendimden geçmiş bir halde dinlediğim ikinci albümden bi sikim anlamamam normaldir.

Grupta çalan pezevenkler ise o kadar bilinmese de nasıl 70lerde Judas Priest, 80lerde Metallica, 90larda Megadeth vardıysa 2020lerde de bu ibnelerin olacağına inanıyorum.





Not
Nostradamus gibiyim amına koyayım.




Monsters of Rock: Moskova 91

Başlığın ismini görünce aklınıza monsters of cock gelmesin ibneler. Pantera'nın, Metallica'nın ortalığın amına koyduğu konserden söz ediyorum ben.

Sikten bir anti-komünist propagandayla başlayıp yok gençler yaşlılara meydan okumuş falan filan diye saçmalasa da Lars Ulrich orospu çocuğunun konuşması girmesiyle asıl konuya geçiyorlar.





Not
Başlarda bir hatun Rus askeri var... Tek kelime. Yalarım!






Sonra sahnenin hazırlıkları yapılma sahneleri geliyor ve artistlik yapan helikoptere takılıyor gözüm. Hazırlık kısımlarının şokunu daha atlatamamışken Phil Anselmo sahneye çıkıyor ve diyor ki "They call us Cowboys From Hell" ve seyircinin hayvan gibi hey, hey diye bağırmasıyla şeytan maskeli Anselmo olaya giriyor. Rex köşesinde işini sessiz sakin görürken Moskova'nın soğuğunda üstün çıplak olarak nasıl üşümüyorsun diye sormak istediğim (Anselmo da öyle ama o hayvan zaten) Dimebag suratında orgazm oluyormuş gibi bir ifadeyle soloya giriyor ve parça ne olduğunu anlamadan bitiyor.





Not
Kameraya şaklabanlık yapan gençleri de unutmamak lazım.






Parçanın bitmesiyle beraber Anselmo suratında psikopatça bir ifadeyle do you hear me diye soruyor ve çığlıklarla beraber Primal Concrete Sledge giriyor. Zaten kısa olan parça onların gazıyla mı, benim gazımla mı bilmiyorum ama olduğundan daha kısa sürüyor ya da öyleymiş gibi geliyor. Dimebag'in saçlarını yere kadar değdirerek çalması ise muhteşem bir olay.

Anselmo'nun "This next song is about getting away from your mind" demesiyle Psycho Holiday giriyor. Daha sonra ne sikişlerin döneceği belli olmayan konserde de ilk bu parçayla atağa geçiyor Rus askeri. Zaten sevdiğim parçayı dinlerken (gerçi hangi parçasını sevmiyorum ki Pantera'nın amına koyayım) sevgi aşka dönüşüyor. Çığlıklar ve böğürtülerle Now i'm far from home diye giriyorum ben de...

Sonra mal herifler mal mal konuşuyor yok bu gruplar bizim özgürlüğümüzü kutlamaya geldi diye, bir sürü zırva amına koyayım.

E.S.T diye bir yerel Rus grubu sikindirik sololar atmaya başlayınca ben heyecanımı kaybediyorum ama Rus Askerleri daha çok gaza geliyor ve kimin kimi siktiği belli olmuyor. Hele herifin tekinin suratına hayvan gibi inen cop ne oluyor lan dedirtiyor.

Daha önce duymadığım The Black Crowes grubunun sahnede çatır çatır çalıp bana Lynyrd Skynyrd'dan esintiler hissettirmesi tekrardan bu konser muhteşem lan dedirtiyor bana. 70ler 80ler rock seviyorsanız tavsiye ederim.

Metallica konserine girene kadar yine karının teki onlar özgürlük istiyordu diyor. Ne özgürlüğü yarrağım? Tek kutuplu dünyada özgürlük mü olurmuş. Putin götünüzü toplamasa hala tüm potansiyel gücünüze rağmen köpektiniz lan onun bunun önünde.

Neyse lan sikerim siyasetini. James baba sahnede Enter Sandman'e girmişken yarrak yarrak politikadan mı bahsedeceğim. Adamda bir zamanlar ne ses varmış, ne karizma amına koyayım. Bir de Death Magnetic'deki sese bak. Tipe bak! Amın oğlu...

Creeping Death gibi her dinleyişimde boynumu ve başkasının boynunu??? kırma tehlikesi geçirdiğim gaz bir parçayı bu kadar muhteşem bir konserde dinleyince kafamı pcnin ekranına çarpmaktan zar zor kurtarıyorum. Die, die, die diye bağıran James ve konser alanında sonu gözükmeyen seyirciler... Die you motherfucker!

Sonra sakin sakin Fade to Black giriyor ve çakmaklar, maytaplar anında yakılıyor... Muhteşem bir görüntü. Hiç sevmediğim tekerlek Kirk Hammett ise muhteşem bir iş çıkartıyor ve hayatında ilk defa şımarık bir oğlan çocuğu gibi değil de bir "rock yıldızı" gibi görünmeyi başarıyor. Hele o Fade to Black'in muhteşem solosunu atarkenki hali...

Beynim amcıklanmışken bir bakıyorum darbe kurbanlarının cenazesini gösteriyor(kurbanmış!). Bir siktirin gidin diyorum ve benim için Highway to Hell, Back in Black ve You Shook Me All Night Long'dan ibaret olan AC/DC konserini izleyerek bitiriyorum olayı.



Dünyanın gelmiş geçmiş en iyi organizasyonlarından biridir bu sanırım. Big Four'un çaldığı Sonisphere Festival buna rakip olabilir mi bilemem. Kadro olarak çok daha iyi olsa da Moskova'daki o sonu gözükmeyen kalabalık, askerlerin insanlara dalmasının verdiği gaz... Dalgalanan Rusya, Sovyet ve hatta korsan bayrağına benzeyen bayraklar... Yerinde bir an bile durmayan kalabalık. Amına koduklarım bunun gibi konser istiyoruz lan!







Not
Bir de bu videoda yer almayan Harvester of Sorrow'u izlemiştim. James'in parçanın ortasında balgam atması mı olur, askerlerin artık gazdan yerdeki çöpleri coplaması mı olur... Muhteşemdi.

Sovyetlerin Yıkılmasında İnsan Faktörü

Lise sıralarında, hayatımı sikten geçirdiğim zamanlarda bir arkadaşım dedi ki bırak oğlum ekonomik emperyalizmi... Sovyetler bir McDonald's bir Mercedes'e gitti amına koyayım. Tam olarak haklı olmasa da çıkış noktası doğruydu ibnenin. Çünkü insan doyumsuzdur, çünkü insan bencildir.

Şimdi ben bunu yazınca vay amına koyayım itiraf etti, Sovyet düzeni insan doğasına karşıdır diye dalyarraklık yapmayın, amınızdan soktuğum orağı götünüzden çıkartırım... Şekli de müsait sayılır zaten. Benim bahsettiğim insanlara kültürel eğitim vermeden önce ruhsal eğitim vermektir. Çünkü insanoğlu zayıftır. İki biraya götünü verir, yüz dolara vatanını satar, sahip olduğu yüz doları da kimseyle paylaşmamak için götüne sokar. Bu kendisinin suçu değil, fabrika ayarıdır. Tümevarıma göre düşünürsek kişileri düzelterek kişilerin beraber oluşturduğu bir kurum olan devleti de düzeltebiliriz. Çünkü devlet insanlardan oluşan yaşayan bir organizmadır.

İnsanın "fabrika ayarlarını" düzeltmek içinse tek yol küçüklükten yapılması gereken kişilik eğitimidir. Bu deneme insanın makinalaşmasını sağlayabileceği gibi egosundan, bencilliğinden ve doyumsuzluğundan arındırıp mükemmel insanı yaratabilir.

Sovyetlerin yapmadığı buydu işte. Sovyet halkı çok yüksek bir kültür düzeyine sahipti ama özveri, eşitlik gibi kavramlar devrimin ateşi söndükçe söndü ve en sonunda insanın temel içgüdüleri ağır basmaya başladı. İçgüdüler ile birlikte Amerikan "özgürlüğü" (şu lafa uyuz oluyorum amına koyayım, Amerika'nın tek özgürlüğü pornodur) yan yana gelince Sovyet'in sıçışına sebep oldu.

İdeal insanı yaratmanın yöntemi, paylaşmayı ve kanaatkar olmayı öğreten oyun ve masallarla başlayıp da kusursuz insanların anlatıldığı, çalışmak ve bir topluluğun parçası olmak öğretilen filmler ve kitaplarla devam ettirmektir. Mükemmel bir dünyayı böyle kazanabiliriz.






Not
Çok mu ütopik oldu ne?

Dinin Modern Dünyada Yeri Yoktur

Şu an puronuzu ve viskinizi çıkarttınız, Türk filmlerindeki orospu çocuğu fabrikatör gülüşüyle beni okuyorsunuz farkındayım sevgili dostlar.

Konuya gireyim. Din, insan ırkı topluca yaşamaya başladığından beri bir parçamızdır. Yerleşik hayata ve tarım yapmaya başlayan insanların malları göçebe halklar tarafindan ele geçiriliyordu. Tarım yapanlar göçebelere karşı birleştiler ve ilk devletleri oluşturdular. Devletlerin başındaki imparatorlar, krallar vs. vs. korumaya çalışarak yasaklar belirlemeye çalıştılar. Fakat kralların yasakları toplum tarafından kabul edilmiyordu. Savaşmaya alışkın göçebe kavimler yapılan tüm üretimi çalıyor ve uzaklaşıyordu. Tanrı düşüncesi buradan çıktı. Topraklarını korumak için askeri olarak baş edemedikleri düşmanla, götlerinden uydurdukları efsaneler yoluyla mücadele ettiler(yani tanrı kapitalisttir). Nasıl var olduğu açıklanamayan doğa olaylarını tanrılara atfederek bir inanış yarattılar. Zaman içinde göçebe olanların da yerleşik sisteme geçişi ve din düşüncesinin iyice kabul edilmesiyle beraber göçebelerin saldırıları azaldı. Bu sefer de insan ırkının genel özelliklerinden olan açgözlülük sebebiyle vatandaşlar arasında mülk tartışmaları çıkmaya başladı. Fakat krallar kolay yoldan devlet yönetme yolunu bulmuştu. Kendilerinin tanrı soyundan geldiğini iddia ederek çıkarttıkları her yasayı tartışılamaz kılıyorlardı.





Not
Tanrı düşüncesini yaratmalarına karşı değilim. Düzeni sağlamak için aşırı yollara gitseler de başarılı olmuşlardır. Fakat sonradan bu yönetenin halkını sömürmesini de getirmiştir.






Din düşüncesi yayılıyordu. Var olan milletler benzer dinlere mensup oldukları için halklar savaşmak istemiyordu. İşlerin sapıttığı yer de burası. Her devlet daha fazlasına sahip olabilmek için farklı dinler uydurdu. Tebaasını tanrı tarafından cezalandırılma korkusu olmadan savaştırmaya başladılar (Bu düşünce 1. Dünya Savaşı'nın sonunda etkinliğini kaybetti). Bir sürü irili ufaklı din ortaya çıkmıştı...

Tek tanrılı dinin doğuşu ise Yahudilikle oldu. Yahudiliğin doğuşu da diğer dinlere benzerdi. Korunması gereken bir millet ve gücü olan Musa... Yahudileri bir araya toplayıp kurtarması gerektiğine inanan ve hatta bu konuda saplantılı olan Musa... Musa'yla ilgili en büyük efsane denizi ikiye ayırmasıdır ama Kızıldeniz'de büyük çaplı gel gitler olduğunu bir süre yürüyerek gittiğini sonradan sal kullanıldığını düşünebiliriz.

Konuyu hızlandırıyorum. İsa'ya gelelim. Yine İsa'da da Roma'nın zulmettiği ve kendi içinde bir sürü adaletsizlik, soygunculuk, olabilecek en adi olayların yaşandığı topraklar. İsa'da en kolayını yaptı ve daha önce defalarca denenmiş bir sistemi uyguladı. Din! İsa'nın deneyi eski krallar ya da Musa kadar başarılı olmadı buna rağmen kendisine inanan aptallar tarafından savunuldu ve Roma'nın pagan inançlarını zor da olsa yıktı.





Not
Yozlaşmış bir toplum içinde tek başına yaşayan genç bir kadının tecavüze uğradığını düşünmek doğru olmaz mı? Özür dilerim Hristiyan inanışına göre zaten tanrı Meryem Ana'ya tecavüz ediyor. Halk tarafından tecavüze uğradığını diyecektim.






Muhammed'de sıra. Diğer peygamberler mütevazı bir duruş sergilerken, Muhammed sürekli toplumun içinde. Ticaret yapıyor, 9 yaşındaki kızlarla evleniyor... Peygamberler arasında yüce bir amaca hizmet etmeyen tek peygamber gibi gözükse de o zamanın Arap toplumunu yarrağı yemiş halden kurtarma amacı olduğu söyleniyor.

Dinin gelmişini de geçmişini de açıkladım sevgili dostlar. Dinin niye modern dünyada yeri olmadığını açıklamaya geldi sıra.


Dinin amacı düzeni ve özel mülkü korumak. Fakat günümüz toplumunda(yönetenlerin de dinsel gücü kalmadığından(akp hariç tabi) tanrı yerine polis ve mahkemelerle düzen sağlanır. Din amaçlandığı şeyi yerine getirmemektedir. Öyleyse dinin modern dünyada yeri yoktur.

Şu an puronuzu söndürdünüz ve viskinizi bıraktınız. Fabrikatör gülüşü ise kendini siktir lan bakışına bıraktı. Beni okuduğunuz için teşekkür ederim.

O'na İthafen: Belki de

Ve sana söylemek istediğim
En güzel söz
Henüz söylememiş olduğum sözdür
O şimdi ne yapıyor?
Şu anda şimdi, şimdi, şimdi

____

Benden kilometrelerce uzaktasın şu an... Başka bir şehirde... Başka insanlarla. Ne yapıyorsun? Benim senin saçlarını, beraberken gözbebeklerindeki ufak parıltıyı düşündüğüm gibi sen de aklından beni mi geçiriyorsun? Yoksa ayrılığımız seni sevmeyi hiç bırakmadığımı unutturdu mu sana? Ya da hiçbir şeye aldırmadan kendini yorganın sıcacık sarmalayşına mı teslim ettin? Ve uyurken sürekli yaptığın gibi dudaklarında belli belirsiz bir tebessüm mü var?

Birbirimizden kilometrelerce uzaktayız şu an, aramızdaki herşeyi sonlandırma kararımızdan bu yana aylar geçmiş... Yine de sigara her boğazımı yaktığında, Zülfü Livaneli'nin kalın sesi her şarkıya girdiğinde aklımdaki tek varlık sen oluyorsun. Sen! Birlikte geçirmeye çalıştığımız günler, başarısızlıklarımız ve seni her gördüğümde midemde ve zihnimde olan ufak hareketlenme... Öyle bir hareketlenme ki tek bir saç telini herşeyden kıymetli yapan.

Uzaktasın. Belki otobüste beraberken omzuma koyduğun başın bir başka omuzda dinleniyor. Belki gözlerindeki parıltı başkasına doğru yönlenmiş. Belki de şu an beni düşünüyorsun. Yalnızca beni... Bir hafta ayrı kalmayı denedikten sonra birbirimizi ilk gördüğümüzde hiç ayrılmayacakmış gibi sarılmamızı... Ve belki de birbirimize söylediğimiz yalanları, ellerimin arasından kayıp giderken seni tutmak için boşluğa uzanan kollarımı... Belki de seni unutamadığımı düşünüyorsun şu anda. Yanılmaz hislerinle...

Belki de... Belki de beraber olmamızın hiç bir zaman doğru olmadığını...