Bu Blogda Ara

25 Mart 2012 Pazar

Kadıköy

Kadıköy'de güne başlamak vardı şimdi. Erkan abi'nin yerinde içilen çay ve sabah kumarından sonra Yoğurtçu Parkı'ndan Bahariye'ye yürümek. Esnaf muhabbetlerinin içinde o amansız yokuşu tırmanırken, sigaranın yıprattığı ciğerlere Kadıköy'ün havasını doldurmak. Antikacılar Sokağı'na doğru ilerlerken her köşesinde başka bir anının olduğu Kadıköy sokaklarında uyurgezer gibi anılara dalarak yürümek. Paramız olmadığında bile gelin bir çayımı için diyen, bize müşteri gibi değil de akrabalarıymış gibi davranan o mutlu esnafa selam vermek. Köşe başındaki pastaneden alınan poğaçaların, tam teşeküllü bir kahvaltıdan daha lezzetli olması... En sonunda Antikacılar Sokağı'na varmak, sanki Akdeniz'de küçük bir sahil kasabasının sokağıymış gibi gözüken sokakta anlamsızca mutlu olmak. Sokağın sonunda, sabahtan akşama Radyo Alaturka çalan o küçük çaycıda, hayatın akışını izlerken Hüseyin abiyle muhabbet etmek. İnsanların telaşlarını izlemek, konuşmalarını dinlemek. Herkes birbirinden bu kadar farklı gözükürken nasıl da herkesin aslında aynı olduğunu anlamak. Hüseyin abinin çevredeki esnafla atışmalarını dinlemek, her seferinde atışmaların gelin bir çay için diye sonuca bağlanması. Küçük iskemleler üstünde saatlerce durmaktan her tarafımızın ağrıması fakat bunu önemsememek. Muhabbetin tadını doyasıya çıkarmak. En sonunda bizi hiç birasız bırakmayan Yılmaz abi'ye gitmek, cebimizde ne kadar para var diye düşünmek zorunda olmadan gitmek. Selamlar Yılmaz abi diye girerken kapıdan, Yılmaz abinin ve yengemizin sesindeki enerjiyle bugün de Roman havası çalacağını anlamak. Sırf puroyu ne kadar sevdiğini bildiğimiz için ona aldığımız uyduruk half coronayı ona verirken, puronun boktanlığına bir şey demeden vay diyip sarılması. Geçin yeğenim derken, gerçekten yeğenleriymişiz gibi hissetmek. Güneşin yaktığı Kadıköy'de bardağın üstünde oluşan damlacıklarıyla her şeyiyle kusursuz bir arpa tanrısı gibi duran o 70lik birayla serinlemek. Hiçbir zaman konuşacak konuların bitmemesi. Bazen de sadece susup, huzurla Kadıköy'ü düşünürken hep beraber vurmak bardakları, yaşamaya, ne olursa olsun yaşamaya diyerek. Normalde 70ler-80lerden kalma romantik şarkılar çalan mekanda biz gelince direkt Ahmet Kaya açılması. Sağcı Yılmaz abi'nin sırf bizim için Grup Yorum, Kardeş Türküler açması. Sanki Kadıköy sadece bizimmiş gibi hissetmek. Sanki bizden başka kimse böyle sevemezmiş gibi Kadıköy'ü. Yan masada oturan hiç tanımadığımız iki Dev-Lisli kızla beraber Gündoğdu söylemek, Yılmaz abi'nin çok iyi kızlardır bir tanışın demesi ve aynı şeyi bizim için de kızlara söylemesi. Sonunda yıllar boyunca arkadaşmışız gibi, aşktan, sevgiden, öfkeden, siyasetten ve en önemlisi de Kadıköy'ün ne kadar güzel olduğundan bahsetmek. Giderek güzelleşen kafalarla akşamı bulmak ve mekan yavaş yavaş dolmuş insanlar sakince yemeklerini yerken, ses sisteminin kontrolünü ele alıp Roman havası açmak. Pervasızca, beceriksizce oynarken çevredeki ne yapıyorlar bakışlarının giderek eğlenen bir hale dönüşmesi. En sonunda mekandaki herkes katıldığında eğlenceye, sıradan yaşamların bir günlük zevkle yaşamak zevkiyle dolduğunu düşünmek. Biz nöbeti artık hareketlenmiş insanlara bırakırken, onların daha deminki sükunetlerinden nasıl olup da böylesine güzel bir şekilde sıyrılabildiklerini izlemek. İkram edilen biralar, verilen sigaralarla her şeyi paylaşmanın ne kadar güzel olduğunu anlamak. Bizde mutluluk fazlaydı, onlarda para. Her şeyi paylaşmak, Kadıköy gittikçe tenhalaşırken Barlar Sokağı haricinde. Hesap Yılmaz abi tarafından kuşa çevrilip getirilmişken bize, cebimizde ne varsa koymak ve sallana sallana yürürken Rıhtım'a doğru, sarhoş seslerimizle türküler söylemek. Kahkahalarımızla aydınlatmak sokakları. Sarhoşlara gülümseyerek bakılan belki de tek semt olan Kadıköy'de. Rıhtım... Gecenin ve denizin karışımıyla oluşan o havayı içine çekmek ve kollarını açmak denize karşı sarılmaya çalışır gibi. Sevgiliyi tutmaya çalışır gibi. Otobüs duraklarının sonundaki banklarda denize karşı, gülmekten çenemiz ağrımış bir şekilde sigara içmek, Haydarpaşa'ya bakıp da onu yıkan yangına küfretmek. Geceleri sokakların tek hakimi olan fareleri bile sevgiyle izlemek, sırf Kadıköy'ü onlarla paylaştığımız için. Sırf bizim gibi Kadıköylü oldukları için. Minibüslerde biter gece ve biz de Kadıköy'den çıkana kadar gözlerimizde sevgi demenin bile az kalacağı bir duyguyla izleriz Kadıköy'ü. Şüphesiz ki kimse bizim Kadıköy'e baktığımız gibi bakmamıştır Kadıköy'e.