Bu Blogda Ara

6 Mart 2010 Cumartesi

O'na İthafen: Yalnızlık

Dün gece alkol eşliğinde türküler söylerken, rüzgardan kapının çarpmasıyla düşüncelerimden sıyrıldım. Etrafta uçuşmuş sayfaları toplarken elime bir sürü kağıt geçti. Başlık olarak O'na İthafen yazıyordu. İki yıl önceki sevgilimden ayrıldıktan sonra yazdığım sayfalarca yazılar... Hepsi depresyona girmememi sağlayan dert ortağım olan kağıtlar... Unuttum sanıyordum. Hem onu hem büyük bir aşkla yazılmış sayfalarca şiiri, yazıyı. İlk aşk hiç unutulmazmış, ben bunu yazdıklarımı tekrar okurken gözümden dökülen iki damla yaşla anladım.


Yalnızlık
Hiçbir yere ait hissetmedim kendimi. Ne evime, ne okuluma ne de vatanıma. Misafir olarak gelmiş gibiydim dünyaya. Özgürlerin arasında esir gibiydim, esirlerin arasında özgür. Hiç bir gruba ait hissetmedim kendimi... Hiç bir zaman sevgilim, hiç bir zaman. Senin söylediğin gibi, kalabalığın içinde yalnız olanlardandık biz. Tapınıyor gibiydik yalnızlığa. Aynı ortamın içerisinde kulağında kulaklık, müzik dinleyen iki insan... Ait değildik hiçbir yere. Yalnızlığa tapındığımızı şimdi anlıyorum... İş işten geçtikten sonra ancak. Üç beş olsa da olur olmasa da olur denen arkadaş ve bir elde içki bir elde sigara. Yalnızlık denen lanetin ağırlığını biraz da olsa hafif kılmak için bir iki oyuncak. Mürit gibiydik. Aynı cemaatten olup da konuşması yasaklananlar gibi... Aforoz edilmekten korkuyorduk belki de? Değil mi? İçine saklandığımız kabuğun kırılması ve sürekli bir insan topluluğu içinde olmaktan. Sonra, belki şans belki herşey olması gerektiği gibi oldu. Tanıştık birbirimizle... Haha, kesinlikle anlamıştım ilk bakışından, ilk hareketinden senin de yalnız olduğunu. O kadar kalabalık bir ortamda rahatsız olduğunu, elindeki sigarayı öç alırcasına çekişinden anlamıştım. Uzaklaşmak istiyordun oradan... Evine gidecek, müziğini açacak ve saatlerce kendini meşgul edecek birşeyler arayacaktın. Nasıl da emin konuşuyorum değil mi? Çünkü aynı şeyleri senin de benim hakkımda düşündüğünü anlattın sonradan. Benim gibi birini bulmanın heyecanıyla mideme ağrılar giriyordu. Aşık olduğumu kendime itiraf etmekten çekiniyor, güzel kızdı ya o yüzden aklımdan çıkmıyordur diye bahaneler buluyordum. Aynı ortamda defalarca bulunduk. Sen karşımda duruyordun... Saçların her zamanki gibi yüzünü saklarmışcasına öne dökülmüş, gözlerin bıkkınlığını ele verir şekilde ve elinden eksik olmayan sigaran, kasılan parmaklarının ezdiği filtresiyle. Şeytan kulağıma mı fısıldadı, yoksa giderek daha da romantikleşen dinlediğim müziklerin etkisi mi bilmiyorum ama, sesim çıkmadan sordum hangi taraftan gidiyorsun diye. Cevabın umrumda değildi istersen başka bir şehre bile git. Aaa ben de oradan gidiyorum beraber gidelim mi diyecektim. Öyle de oldu zaten. Beni iki üç yıl boyunca kozama açılmamak üzere kapatabilirdin olumsuz cevabınla. Yapmadın... Gözlerindeki bıkkın bakışın değiştiğini ilk orada gördüm ve benim gibi sesin çıkmadan söylediğin tabii ki de lafını. Mutluydum ama şaşkındım. Tabii ki de daha önce hoşlandığım kızlar olmuştu fakat ilk defa benim gibisine rastlıyordum. Ne konuşacaktım seninle? Düşünmeme gerek bile kalmadı, Rıhtım'a kadar yürüyelim oradan minübüse bineriz diye yaptığımız anlaşma bir buçuk saat boyunca yürüyerek seni evine bırakmama döndü. Çeşitli olayların etrafımda örümcek ağı gibi sardığı yalnız olma isteğini keskin bir kılıçla kesip atmıştın. Sen bunları yaparken aynı şeyi benim de sana yaptığımın farkında değildim. Çıkmaya başlayıncaya kadar da anlayamadım bunu. Bu sefer sessizce değil, gözlerinin içi gülerek, mutlulukla, sevgiyle neredeyse bağırarak söylediğin evet lafı hayatımızda yeni bir dönem açıyordu, yeni bir din.

Sen ve ben, ben ve sen. Biz dedik yeni dinimize. Yeni doğmuştuk. Ya da anka kuşu gibi küllerimizden geri geldik. Hepsi topu topu bir ay sürdü. İyiyle kötünün savaşı gibiydi bu. Yalnızlıkla senin savaşın. Yalnızlık kazandı. Aramalarını cevaplandırmamaya, buluşalım dediğinde gelmemeye başladım. Hem de ne için... Beni mahvettiğini gördüğüm fakat yüksek sesle söylemeye korktuğum bir alışkanlığım için. Hatamı anladım... Evet anladım ama herşey bittiğinde atılan bir adım neye yarar. Kalbini kırmıştım büyük çekiçlerle. Yapılacak tek şey kalbimi seninkinin yanına gömüp yalnızlığıma dönmekti...


Tapındığımız aşkın yok olması büyük bir trajediydi. Boşluğa düştüm. Duvarlarda seni görüyordum. Her attığım adımda... Her okuduğum kitapta... Seni, sadece seni. Bitmek bilmez acılar miras kaldı bize. Geriye dönmek için yaptığımız her denemeye gururumuz engel oldu ve herşey bitti artık. Yalnızız bile diyemiyorum. ız ekini kullandığım an herşey bitecek o kadar dönmek için çaba sarfettiğimiz alışkanlıkla silinip gidecek. Yalnızım, yalnızsın.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder